31 Aralık 2019 Salı

HOŞGEL 2020

2019 güzeldi. Sıkıntılar, hastalıklar ve Allah korusun kayıplar olmadığı sürece her yıl güzel benim için. Öyle dönüp muhasebe de yapamıyorum, hatırlamıyorum da öyle ayrıntılı ayrıntılı. Ben her ay sonunda, giden aydan kalanları toplu olarak paylaşıyorum Instagram hesabımda. O benim için o ayın z raporu oluyor bir nevi. Şimdi de toplu olarak bütün ayları, nihai olarak da 2019 da yaptıklarımı kolajladım. Sizlerle de paylaşayım sevgili okur.. Ne çok şey çıkmış ortaya. Bi dünya nazarlık, anahtarlık, evler.. Bin şükür bugünüme, vardığım noktaya. Bu vesileyle, canım ellerime, marifetli ve çalışkan ellerime ve ilhamımı hiç eksik etmeyen, aklıma gelen her yeni modelde, detayda heyecanla kalbimi çarptıran beynime de çok çok teşekkürler :)
Ürettiklerim, ortaya çıkan tüm işlerim yanında, dilim döndüğünce nazarlık yapımını anlattığım, uygulamalı gösterdiğim atölyeler de vardı 2019'da. Ve ilk kez Bursa'ya giderek, deplasmanda da atölye yaptık ve çok da ilgi gördü, çok güzel geçti..
2020! Söylemesi, yazması güzel yıl, hoşgel inşallah.. Bildim, öğrendim ki, tek başına mutluluk, tek başına refah işe yaramıyor. Eksik kalıyor hep. Yakın çevremden başlayarak, ülkeme ve dünyaya güzellikler, hoşluklar getirsin 2020.. Afiyetle, esenlikle, bereketiyle gelsin yeni sene hepimize sevgili okur.. Mutlu yıllar..


26 Aralık 2019 Perşembe

Hayata Düşülen Notlar..

* Mesajlarda, yorumlarda, cümle mesajlaşmalarda kısaltmaları sevmiyorum. Ve hatta sinir oluyorum. Teşekkürler, selamlar, merhaba, açık yazılınca anlamlı. O nedir ayol, tsk, slm, mrb... Epey zaman önce selamlar yazdığım biri ilk kez duyduğum şekliyle "as" diye yazınca,  ne manaya geldiğini anlamadığım bu kısaltmayı bi saat çözmeye çalıştım. Sonradan "aleykümselam" olduğunu idrak ettim ama ne gerek var ki, kısa kısa yazmaya, kelimeleri budamaya. Ve bunun gibi bir de, dolaylı dolaylı anlatmayı, cümleleri gereksiz kelimelerle uzatmayı bırakmak lazım. Misal, "Önümüzdeki ay size bu konuda bilgi vermiş olacağız." cümlesi yerine "Önümüzdeki ay size bilgi vereceğiz." desek bak ne tasarruf ettik kelimelerden. Neden "yapmış olacağız", "gelmiş olacağız" vs. gibi her şeyin sonuna olacağız diyoruz ki, normali bu değil yahu! Beni sual edecek olursanız, hiç kısaltma kullanmıyorum yazarken, f klavyede deli gibi hızlı yazdığımı bir kenara bırakırsak, telefonda da, çok zorlanmama ve hiç sevmememe rağmen yazmayı, yine de kısaltmıyorum kelimelerimi.
* "Fyt" nedir yahu! Yok kısaltma konusu kapandı da, bu "nezaket" mevzuu. Fyt, fiyat vs. yazanları görmüyor gözlerim, algılamıyor beynim o tek kelimelik yorumları, soruları, dm'leri. İnsan dediğin selam verir önce, merhabalar der, günaydın der, selamlar der, illa verecek bi selam bulur. Diyelim ki, sordun ve cevabını aldın, bu sefer de nezaketen teşekkür eder, iyi dilek belirten bi kelimeyle de olsa veda eder konuşmaya di mi? Di! Evet, aynen öyle, nezaket güzel şey azizim, yaşamı güzelleştiren şeylerden biri de, birbirimize hitabımız, saygı çerçevesinde kurduğumuz sözlü ya da iletişim değil mi?
* 90'lardaki her bir şarkıcıyı, şarkılarıyla bilmeme rağmen, ne oldu da şimdilerde şarkıcıları, seslerinden tanıyamıyorum. Kim varsa şu anda şarkıcılardan, dinlet bana şarkılarını, %80 ini kimin söylediğini bilemem. Muhtemelen ses benzerliği kadar, medoli benzerliğindendir belki de..
Halbuki düşünsenize,  Levent Yüksel, Harun Kolçak, Deniz Seki, Haluk Levent, Demet Sağıroğlu, Sertab Erener ne kadar kendilerine özgü ses ve tarza sahiptiler, hiç karıştırmadık onları. Ama belki de benim bu düşüncelerim azınlığın sesidir, bilemedim şimdi...
* Tulum sesine, kemençe sesine, bağlama sesine hastayım. Horon'a, horon sırasındaki çığlıklara da hastayım.  Lazca türkülere, Kürtçe türkülere de. Kardeş Türküler'in söylediği hem Lazca, hem Kürtçe türkülerin hepsine de ayrıca..
* "Asla, kesinlikle, imkansız, mutlaka, hayatta!" kelimelerinden korkar ve kullanmamaya gayret ederim. Bilirim ki, ne dediysem "yapmam" diye "asla" diye hep başıma gelmiştir ve gelecektir. Bundan sebep derim ki, "Olabilir, mümkündür, olmasın inşallah ama her şey insanlar için" diyorum. Tecrübe mühim çünkü, demir gibi sert olmamalı hayata karşı, eğilmeli, evrilmeli, uyum göstermeli gelene, razı gelmeli. Razı gel(e)meyeceklerimizin başımıza gelmemesi için de bolca dua etmeli..
* Evlerin ruhu olduğunu hepimiz bildik, öğrendik ama o mobilya mağazası kıvamındaki, hani şu duvarları neredeyse bomboş, sehpa ve masaların üzerleri, salon köşeleri yalnızca o janjanlı kocaman vazo ve vazomsularla dolu evlerin sahibi kadınların (ki evlerin sahibi illa ki kadındır bence) ruhu neden o kadar yavan bilmiyorum. Evi yuva yapan, dört duvarın içindeki senin zevkini gösteren, seni yansıtan objeler ve eşyalar değilse ne?

16 Aralık 2019 Pazartesi

HAYATA DÜŞÜLEN NOTLAR...

Hayata düşülen notlar çok sevildi, çok çok güzel yorumlar aldı. Devam etmem konusunda da yüreklendirdi güzel dostlar. E madem ben de bu kadar çok seviyorum yazmayı, devam edeyim o zaman anlatmaya..
* Dekorasyon dergilerine bakmaya bayılırım da, bir türlü onlardan ilhamla güzel güzel döşeyemem evimi. Evin modelini sürekli değiştiren kadınlardan değilim. Deli gibi ağır gardrobun, koltukların altına koyduğu paspas marifetiyle yerlerini değiştiren bir annenin kızıyım üstelik.
* İlhamın ne zaman geleceği belli olmaz ama genellikle baktığım dergiden, gazeteden, vitrinde gördügüm bir kıyafet ya da takıdan aniden gelir de, o andaki kalbimin çarpmasını nasıl tarif edebilirim size bilmem.
* Kul hakkından ölesiye korkarım. Benden geçsin de kimsenin hakkı bana geçmesin isterim.
* Uzun yıllar gerçek sendikacılık yapmış, işçilerin hakkını korumak için sonsuz fedakarlık göstermiş bir babanın kızı olarak, çalıştığım tüm kurumlarda beyaz yakalıdan çok mavi yakalılara yakın oldum, "İşçisin sen işçi kal" diyen Cem Karaca'nın şarkılarını da hep çok sevdim.
* Hayatımın hiçbir döneminde ne hırslı ne de azimli olmadım,. Çok zaman da -ergenler gibi söyleyeceğim- ezikledim kendimi. Yapamazmışım gibi hissettim. Halbuki ne mühim insanın kendine inanması, güvenmesi. Diyelim ki yapamadı bunu, ailesinin bu konuda destek olması.. Çocuklarıma yapmaya çalıştığım bu, motive etmeye çalışmak. Bilmem ne kadar başarıyorum ama bu.
* Çok merak ediyorum misal ağrı eşiği nedir? Ne kadar yüksek olabilir ya da bana çok ağır gelen acılar, sancılar başkasına vız mı gelir? Acı, ama ne kadar? Migren ağrım hafif mi aslında, ben mi abartıyorum mesela? Ölçmek nasıl olur ki? Bilmiyorum..
* Güneşli günleri seviyorum tabii ama hava kapalı, sisli, puslu da, hani yağmur deli gibi ya da diyelim gece, şimşekler çakıyor sürekli, gök gürlüyor. İşte öyle havaları da çok seviyorum.
* "Akşam 6'dan sonra bir şey yemeyin." diyen diyetisyenler duymasın ama, 9'a kadar uzayan akşam yemeğini bırak, sonrasında, çocukların uyumasıyla benim uyumam arasındaki o 1 saatlik kısa sürede çayın yanına katık edeceğim güzel ama kalorili yiyeceklerin hayali bile kalbimi çarptırıyor.
* Eskiler eskide kaldı tabii ama ne güzeldi bak annem, ne yakışıklıydı babam. Gür saçları, o yüzüne çok yakışan beni, gür sesiyle, şakalarıyla, gencecik ve yakışıklı babam, düğüne giderken eşarbını çıkarıp, saçlarını illa ki güzelce apartman topuz yaptırmış, dizde etekleri, illa topuklu ayakkabısı portföy çantasıyla bir örnek güzel annem bir de..
* Hani küçücüktük de bir örnek kadife çiçekli elbisemizle, Elif'le beni ikiz zannedenler...
* Doluşurduk da dayımın skodasının arkasına, Araştırma'ya, Esenköy'e denize giderdik hani kuzenler, teyzeler, hem piknik, hem deniz olayı, tadı başkaydı.
* "Zaman" diyorlar "geçer" diyorlar. Geçiyor, zaman ilaç oluyor da bir nebze. Oldu ve hep de olacak inşallah. Unutmuyor insan ama başka başka şeyler düşüyor aklına, azalıyor gidenlerin kederi biraz biraz. Buna mukabil, her aklına geldiğinde burnunun direğinin sızlaması hiç azalmıyor...
* Zülfü Livaneli'nin "Doğdukları Yerde Ölenler" diye bir şiiri var, bilir misiniz? Hüzünlü bir müzik eşliğinde söyler içli içli. Zaman zaman kendimi o şiirdeki insanlardan biri gibi hissederim. Buna sebep, çok az şehir dışına çıkmam, yurt dışını hiç gitmemem. 21 sene Yalova'da yaşadım, çok az il sınırları dışına çıktım. Şimdilerde de çok istememe rağmen ne bi Mardin görebildim, ne bi Adana, ne bi Konya, ne de babamın memleketi Tunceli'yi.. Yuh olsun bana..
* Yalnız şu hayatta kendimi en takdir ettiğim hususlardan biri, hiç sigara içmemiş olmak. Denedim Allah için. Ortaokuldaydım. Denedim ve denediğim anda başıma gelen felaketten ötürü, bunun bana Allah'tan bir mesaj olduğunu kabul ettim ve o dakika bıraktım sigarayla olan muhabbetimi. Çok şükür aramız hiç olmadı bir daha da..
* Ortaokulda kız meslekte okudum ben. Çocuk elbisesi ve gecelik dikmiştik ama ben değil annem dikmişti benim ödevlerimi. Çok yeteneksiz(d)im dikiş konusunda ama geçen hafta sonu şeytanın bacağını kırdım galiba. Nihayet dikiş makinasını açtım ve youtube daki yardımsever kadınların videoları sayesinde iplik takmadır, masura sarmadır, düz dikiştir öğrendim ve hızımı alamayıp, aynı gün 20 kese diktim. Anahtarlıkların keseleri çok da güzel oldu caanım pazenlerimle :)
Devam edeceğim ama sadece kese dikeceğim sanki. Şimdilik niyetim bu yönde. Soranlara öyle söyleyin, "Hediye pakedi niyetine kese dikebilir yalnızca." deyin.Dikişi daha doğrusu kesimi kolaylaştırmak için Singer kesim matı, makası ve cetveli de aldım.  Gerçekten de büyük rahatlık. Fotoğrafını hikayede paylaşmıştım ama buraya da ekleyeyim. Sevgili Pembe hanıma teşekkürler tavsiyeleri için.
*Organ bağışını ve kan bağışını önemsiyorum. Bir kez daha yazayım, belki birilerinin aklına düşürür. 21 yaşında Çapa'dan geçerken, bir başıma gittim bağışladım tüm organlarımı. Rabbim ömrümü kısa yazdıysa, organlarım da işlevlerini koruyorsa, birilerine faydası olsun istedim. Maalesef sadece organ bağış kartı ve hatta ehliyete bunu yazdırmış olmak yetmiyor. Yakınlarınızın izni gerekiyor. Bunu da sözlü olarak hep söyledim yakınlarıma. Kan bağışını da, senede iki kez düzenli yapıyorum. Ne güzel kelime "bağış" gönülden yapılan vazgeçiş. Hem bağış yapana, hem de yapılana sonsuz huzur ve mutluluk sebebi..


Araba Nazarlıkları 

Yılbaşı Hediyelikleri 

 Sevgili Singer Promise dikiş makinam Gülistan'la diktiğim anahtarlık keseleri.. 


Bunlar da arkadaşlarıma yılbaşı hediyesi olarak aldığım aşağıdaki ajandalar için hazırladığım hediye paketleri. Pazen keseler.. 

Keselerin içindeki ajandalar

Ve Singer kesim matı, bıçağı ve cetveli.. Çok kullanışlı, tavsiye ederim. 

5 Aralık 2019 Perşembe

TÜRK KAHVESİ GÜNÜ

Türk Kahvesi ile ilişkimiz çok eski değil. 40'dan sonra vardım tadına. Esasen tadına değil de daha çok keyfine demeliyim. Zira kahve (orta lütfen, mümkünse 1,5 kesme şekerli, 1 taneyle güzel olmuyor) seviyorum ama onun o yanında çikolata ya da lokumla, o 5 dakikalık tamamen bana ayrılmış zaman dilimiyle,  keyfini daha çok. Zerrinciğimin hediyesi minik su bardaklarıyla ayrı bir görsel şölen kahve zamanı. Çeşit çeşit fincanlarım var, hepsini ayrı ayrı sevdiğim.  Misal günde bir tane içeceksen biraz daha büyük fincan tercih ediyorum, 2 tane içeceksem o gün, küçükleri seçiyorum. En çok Karaca'nın kahve fincanlarını seviyorum. Hani şu koleksiyon tarzı olanlarını ama onlardan hiç yok. Eski zaman fincanları yani hani o porseleni incecik olanları (ki birkaç tane var) en makbulü. Ve itiraf edeyim, instagramda #kahvebahane fotoğrafı çekmeye bayılıyorum. En güzel fotoğrafları da köyde, bahçede, dağlara karşı, mahzaraya karşı çekiyorum. Ama fotoğrafı paylaşmadan önce illa ki kahve keyfimin bitmesini bekliyorum.
İyi ki var yahu şu güzelim Türk kahvesi. Madem bugün kahve günü, en sevdiklerimden seçtiğim kahve fotoğraflarını paylaşayım.
Kahve keyfiniz, keyfinize yarenlik edecek dostlarınız bol olsun..
Afiyetle...



























26 Kasım 2019 Salı

ORTAYA KARIŞIK

Merkür retrosu bugün sona ermiş! Sanki sürekli gerileyen bir Merkür var. Engin astroloji bilgimle mahçup olmak da istemem ama adeta gökyüzünün bi nevi efendisi, reisi gibi bi gezegen kendileri. Durmadan ve sanki iki günde bir geriliyor. Çok yoğun ve biraz da daralmalı bir iş günü bana bunları düşündürdü. Bu arada yükseleninden bihaber biri olsam da, yeminle canım Sienna Miller sanki tüm terazileri bir kenara koyup, yalnızca bana sesleniyor, misal "ilham" diyor, "yaratıcılık" diyor "sanat" diyor. Bana diyor, bana :) Bu sebepten telefonuma indirdiğim uygulamasını okumaya bayılıyorum ;)

Dikiş makinasını alalı yıl oldu, belki de geçti bile ama henüz kutusunu bile açmadım. Korkuyorum çünkü. Bana sürekli, ne kadar da yetenekli, marifetli olduğumdan bahsedenler "Aaaa!!!" diyecektir şimdi ama maalesef durum bu. Bu hafta sonu açmam lazım artık, açmam ve 100 kadar youtube videosundan sonra ipliğini geçirip, kullanmaya başlamam. Aksi takdirde kendini gardrop tepesinden atacak garibim ya da zamanla kendini imha eden ayakkabılar gibi yayını, vidasını bırakacak olduğu yere :))

Yeri gelmişken merak ettiğim bir şey var. Terzilikte usta bir annenin kızı olarak, çocukluğumuzda ve ilk gençliğimizde, bunca mağaza ve hazır tekstil yokken, buna mukabil dünya kadar manifaturacılar varken, insanlar da kıt kanaat geçinirken, nasıl ama nasıl terzilere ısmarlama kıyafet diktiriyorlardı. Şimdilerde hem kumaşlar pahalı hem de terziler. Ama o zaman herkes diktiriyordu kat kat. Alım gücü mü fazlaydı? Para mı kıymetliydi? Kıyafetler daha mı kaliteli ve uzun ömürlüydü ısmarlama olduğu için.  Yorumsuz...

Çok alakasız olacak ama madem ki alakasız notlar postudur bu, şunu da not düşelim tarihe! Kaşıntılarım geçti çok şükür. Son bir aydır kaşıntıdan sebep ilaç içmedim hiç. Ama allerjik rinitim baki, o kararlı ahirete dek benimle kalmaya. Olsun, kaşıntıdan bi tık daha evla, alıştık birbirimize hem, giderse çok ararım :)

Şu ikinci fotoğraftaki muşmulalar var ya, geçen hafta köyden getirdiklerim. Her gün gözlerinin içine bakıyorum, olmuşlar mı diye :) Biraz nazlılar ama ;) Her gün, bir, en çok iki tanesi yenecek hale geliyor. Bi şey değil, Ali Deniz ve Nehir de çok sevdi tadını. Dedelerinden miras meyvelerden... Hamdolsun...

Bugün onca hengame içinde güzel bir şey de oldu işte :) Bakınız 1. fotoğraf, teşekkür için orkide göndermiş bir öğrencimiz. Ne zarif  ve de motive edici bir hareket :)

Ne güzel yağdı bu akşam yağmur. Keşke sabaha dek yağsa usul usul. Barajlar dolsa, mevsim sahiden kışa dönse. Yaz isteyen arkadaşlar çok pardon ama yaz da bir yere kadar, hem bünye hem doğa soğuk ister, kar ister, lütfen yani. Evrene mesaj diye diye sıcak hava da dilenmesin artık yani :)

Geçen yolda yürürken düşündüm, ne zor aslında yürümek. Yani öyle değil de, böyle dik şekilde, ayakların üzerinde, zor yani, iskeletin öyle yukarı olması, anlatamadım di mi, mucize gibi değil mi, seni ayakta tutan bir omurga, yere basmanı sağlayan ayaklar vs.. Di mi?

Ne güzel, ne gurur verici Haluk Bilginer'in En İyi Erkek Oyuncu dalında Emmy ödülü alması. Ve ne güzel, ne heyecanlıydı konuşması, çok alkış...

Dur bitirmeden, Ali Deniz'in okulunda yapılacak sergi için hazırladığımız aynayı da göstereyim. Ali Deniz'in gazoz kapağı koleksiyonuyla yaptık ve çok sevdik sonucu. Kapakları toplamaya devam edelim de, bir de boy aynası yapalım diyorum ;)

Oldu o zaman, bir başka ortaya karışık yazıda buluşmak dileğiyle, esenlikle..



14 Kasım 2019 Perşembe

BUGÜN GÜNLERDEN NEHİR...

Bugün benim iki gözümün çiçeği Nehir'imin doğum günü. Bugün 14 yaşını dolduruyor. Benim tatlı kızım artık bir liseli genç kız. Hamdolsun Rabbime.. Ömrü uzun, bahtı açık olsun, tüm çocuklar gibi.. 

"Nehir'den İnciler" bu blogda sık sık yazdığım Nehir'in küçükken söylediği komik lafların, komik hallerin özeti. Hatırlamak, gülümsemek isteyenleri aşağıya alayım :) 


23.12.2011

Nehir'den inciler....

Sabaha karşı ezanı duyan Nehir, "Anneee, sabah namazı çalıyoooo :)

*** Geçen Cuma, Nehir’in ateşi var, bir yerde de yeni okumuşum hazır; soğan, sarımsak, kerevizde antibiyotik etki varmış, evde de içinde bunların da olduğu Ali Deniz’in sebze çorbası var, kaçırır mıyım;
Nehir: Anne bu çorba ne zaman bitecek, ne zaman makarnaya geçicem, makarnaya canım coştu J (Benim de canım nelere coşuyo bi bilsen kuzum J)
Dün akşam:
*** Nehir: Anne biliyo musun bugün ben ona hiçbişey yapmadan Alper (gözlüklü olmayan!) benim başına vurdu pat pat pat diye, hem de vururken de “Kafanı ye” dedi. Ben de revire gittim, giderken sucu abiyi gördüm, ona söyledim, o da Alper’e “Yapma” dedi ama Alper hiç umursadı. (İyi ki umursamış :) Sonra hemşireye gittim, başıma buz koydurdum. ( İyi ki koydurmuşsun kızım, maazallah napardık yoksa J)
*** Bu geçen yaz bir kandil akşamından;
Ben: Nehir bu akşam kandil kızım, dua et yatarken olur mu, kabul olur bu akşamki duaların
Nehir: Tamam anne
Ertesi gün
Ben: “Naptın kuzum, ettin mi dün akşam dua, ne istedin”
Nehir: Dedim ki “Allahım annem bana straplez elbise alsın. (Demek ki neymiş, çocuklara duanın nasıl bir şey olduğunu, kandilde edilecek duanın bu türde bi dua olmayacağını da anlatmak gerekirmiş…)

* Hiç unutmak istemiyorum bunları, en iyisi çocukların söylediklerini yazmak lazım, kaydetmek, ilerde onlara okutmak...
11.02.2012
Nehir'in komik lafları var, daha önce de yazmıştım ya hani, bunlar da yenileri, bunlar benim için çok kıymetli çünkü kuzum büyüyünce burdan okuyacak, hem ben de unutmuycam hiç, ayrıca ne demiş atalarımız "Söz uçar yazı kalır". Ali Deniz henüz "Ba (buraya uzun bir es lütfen) ba"dan öteye gidemediği için beklemedeyiz. İnşallah günü geldiğinde "Ali Deniz'den İnciler"i de yazarım...
Buyrun öyleyse:

* Çok beceriksiz olduğum bir konu, sürpriz yumurtadan çıkan oyuncakları birleştirmek.Yapılmış oyuncağı görünce;
- Yapmışsın oyuncağı Nehircim
- Yaptık anne Asya ablamla ama o kadar canımızı koparttık ki!
- Canımızı koparttık ne kız???
- Yani canımız bitti!
- Canımız çıktı mı demek istiyosun?
- Evet canımız çıktı :)


* Nehir bana beni sinir eden bir cümle sarfedince (Söylemiycem hiç ısrar etmeyin ;) ) kızdım ona, konuşmadım bi süre, koşa koşa geldi yanıma, bişeyler anlattı, ben de hiç tepki vermeyince;
- Anne niye cevap vermiyosun, bana tavırın mı var?
- Kızdım sana, niye bana öyle şeyler söylüyosun, ben sana ne kadar kızsam bile, hiç senin dediğin gibi bişey söyledim mi bugüne kadar?
- Sen söylemiyosun çünkü senin sabırın var, ama ben daha küçük bi çocuğum benim sabırım yok!

* Nehir yeni patiklerini giyerken, patiklerin sağı-solu var mı sorusunun Nehircesi bu da;
- Anne, yanlış giysem, patiğin umurunda olmaz di mi?

* Çok şımaran Nehir'e, kızınca, bana yazdığı özür notu:
"Anne biliyorum biraz şimardım yada çok şımardım neyse bu konuyu geçelim nolur beni afet."

* Bileğim kırıldığında, kuzumun söylediği "Anne alçın açılana kadar benim iki elim de senin olsun" demesi en iyi ilaç oldu bana...



04 Mart 2012 Pazar

 



- Sokakta fare gördük Nehir'le, ben iğrenerek, "IIyyy pis hayvan" Nehir "Niye öyle diyosun anne, günah değil mi fareye" "E pis hayvan kızım, mikrop taşıyo, hastalık taşıyo insanlara" "E o zaman kendi niye hasta olmuyo"

- Sabah dudağı uçuklamış küçücük,
"Nehir n'oldu kuzum, akşam korkunç rüya mı gördün?"
"Yok anne, rüya yapmadım"
"Nasıl yani "
"Yani gelmedi rüya bana"

Yolda tökezleyince, Nehir; "Anne kendine hakim çık, öbür elini de kıracaksın sonra!"

- Bu sabah Nehir koşa koşa mutfağa geldi: "Anne Yunanistan mıydı?"
"Anlamadım kızım, ne diyosun?"
"Anne Selahattn'in karısını soruyorum, adı Yunanistan mıydı?"
":))))) Gülistan'dı kızım"
Bilgi Notu: Yalan Dünya'nın üçkağıtçı damadı olur Selahattin



- Ödev yapan Nehir, matematik ödevinde toplama yapacak, birden heyecanlandı: "Anne ben bunu "zeynimden" yaparım :))) Zihnimden+Beynimden= Zeynimden


Güzel kuzum benim...


- Anne çantama kuruyemiş koyar mısın, okulda yemsiz kalıyorum...

- Ali Deniz alma herşeyimi, ağlama, almak istiyorsan ağlamadan bana "IIhh" de ben sana veririm. Babam ağlayan çocuk istemiyo, ben de babama çekmişim, o yüzden ben de istemiyorum...

- Dizini tutan Nehir'e "N'oldu dizine, bi yere mi vurdun?" Nehir "Kramp bağladı" :)

- Dışarda, hava soğuk, üşüyen Nehir'e, "Çok mu üşüdün Nehircim?" "Evet anne, toynaklarım bile üşüdü" :))))

- "Nehircim bugün okula spor ayakkabınla mı gideceksin?" "Evet anne, Modern Dans'ta ihtiyacıma göz yumar" :))))










09 Nisan 2012




Ne bol malzeme varmış bizim kuzuda da, sürekli yeni bişeyler uyduruyo, güldürüyo çok beni :)

* "Anne şuna bişey de yaa, almasın oyuncaklarımı. Bu çok ussuz!"
"O ne kızım yaa"
"Uslu değil yani, ussuz... :)))


İtiraf kelimesinin Nehir tarafından aynı gün iki değişik kullanımı:

* Nehir'den müjde, okul çıkış saati eskisi gibi olunca;
"Anneee, müjde, çıkış saati eskisi gibi oldu, öğretmen söyledi."
"Aaaa çok iyi olmuş, ne dedi öğretmenin kızım"
" Veliler çok itiraf etti diye eskisi gibi oldu çıkış saati dedi" :)

* Nehir eve küçük bir oyuncak getirmiş,
"Yarın götür oyuncağı okula, arkadaşına geri ver kızım"
" Ama anne Buse benim olsun diye çok itiraf etti" :)

* Cumartesi ödevlerinin tamamını bir kerede tamamlayan Nehir;
" Anne bitti ödevlerimin hepsi, yarına cıvırımız mıvırımız kalmadı" :))

* Hafta sonu babasıyla Kadıköy gezmesi yapan Nehir, eve dönünce,
"Nasıl geçti kızım gezmeniz?"
"Anne biliyo musun Kadıköy'de siting vardı" :))) Mitingin bir değişik versiyonu :)

* Mağazada ayakkabı denerken, ayağımdaki kalın çorabı çıkarınca ayıp olacağını düşünen Nehir,
"Anne çıplak ayakla biraz abiye olmuyo mu böyle?"

* Kumbarasına her gün para atmamızı isteyen Nehir; "Anne her gün maaş atacaksınız kumbarama!"

27 Nisan 2012 Cuma

 


Okulda Şimal'le piknik yapmayı planlayan Nehir'e:
- Bugün piknik olmaz kızım, hava yağmurlu
- Belki olur anne, yağmur söner belki...



- Arkadaşının kalem kutusunu eve getirmiş Nehir.
"Niye getirdin kızım"
"Bahar pazara kadar bende kalsın diye verdi"
Bahar'ın annesi Işıl'a face'den "Bahar'ın kalem kutusu bizde, pazartesi verecek Bahar'a, pardon" yazdığımı okuyunca ve tabii Bahar'ın annesinden tırsınca;
"Annee, Bahar'ın annesi bu akşam bilgisayar yapar mı?"






- Nehir'in sınıf arkadaşları bize gelecek, bir de diğer sınıftan arkadaşı Sahra... Nehir Sahra'yı arkadaşlarından kıskanınca, "Anne Sahra Aleyna'yı görünce mutlanıyo, Tuanna'yı görünce de mutlanacak, sonra beni unutacak..."



- Anne çiçekler canlı mı, "Evet kızım, canlı"
"Anne peki çiçeklerin de doğum günü var mı?" :))



- Konumuz bitmeyen okul faaliyetleri için parayı kim versin..
Nehir:
"Anne okula midilli gelecekmiş, 10 lira verir misin?
"Babandan iste kızım"
Şimdi yazacaklarımı Nehir'in nefes almadan ve bağırarak söylediğini düşünün lütfen :)
"Anne hep babandan iste diyosun, babam gezi için verdi zaten 40 lira, sen versen bi kere de nolur, babamın paralarını bitiriyosun, babam fakir olacak, sen zengin olacaksın, yazık değil mi babama, geçen gün de zaten sufle aldı parasıyla, biz yedik, onun ağzından sular aktı, canı çekti ama yiyemedi..."
Diyecek çok sözüm vardı tabii ama gülmekten hiçbişey diyemedim :)))) Görün bakın nasıl bir "babasının kızı" bu çocuk...


18 Mayıs 2012 Cuma




* Köyde bahçede yonca gören Nehir: "Anne sekiz yapraklı gonca gördüm!"


* Halil'le aramızın limoni olduğu günlerden birinin akşamında, yatağında Nehir'e masal anlatıyorum uyusun diye, Halil de Ali Deniz'i uyutacak, sesleniyo bana içerden "Altını değiştirdin mi Ali Deniz"in?" Ben "Hayır"
Nehirim küçücük canıyla aramızı düzeltme gayretiyle :) kulağıma fısıldıyor "Anne öyle demesene, "Hayır Halilcim" desene, kibar olmalıyız birbirimize karşı!" :)))


* Sabah hava serin, pardesü giymek istemeyen Nehir : "Anne perdestü giymesem olmaz mı?"




* Araba reklamında topu sürekli patlatan çocuğun babası için Nehir "Anne babası sabrediyo di mi çocuğunun sürekli topu patlatmasına, peygamber sabrı mı var anne adamda" :)) "Nerden biliyosun kızım sen peygamber sabrını" "Babamdan duydum" Hangi durumda söylettiyse artık babasına ;)


* Tırnaklarını kesiyorum, biraz derin kesebilmişim ama kan yok, yara yok, bişey yok yani görünürde... Nehir "Anne ne biçim kesiyosun, canım acıdı, böyle yaptığın için hep hemşire ablaya gitmek zorunda kalıyorum, pansuman yapıyo" :)) Sizin bu hemşire ablanızda da "Peygamber Sabrı" var galibaaa :)

1 Ağustos 2012 Çarşamba


* Köyde, bahçede, yonca gören Nehir "Annneee yaşasın, 8 yapraklı gonca buldummm" :)))

* Babasından ısrarla ranzalı yatak isteyen Nehir: "Baba bana franzalı yatak al"
"Kızım niye franza diyosun, doğrusunu söylesene"
"Baba söyleyemiyorum, normal demeyi bile daha yeni öğrendim, hep rolmar diyodum ya"

* Sütlaca bayılan çocuklara sütlaç yaptım dün akşam, Nehir "Anne benimki kadefte olsun"

* Söz verdim Nehir'e akşam yemeğinde patatesli yumurta yapacağıma ama unutuverdim, öbür yemekleri yedi, uyku saati geldi, koşa koşa geldi yanıma, gözlerini patlata patlata, o meşhur cazgır sesiyle "Anne, niye böyle yapıyosun, söz veriyosun tutmuyosun, küstüm sana, hani patatesli yumurta, hani!?!"
"Kızım niye bağırıyıson, unutmuşum, e sen de hatırlatmadın" "Unutma anne, sevgimi unutmuyosun, bunu da unutma!"

* Televizyonda kandil gecesi peygamberimizi anlatan programı dinlerken, "Anne peygamberimiz çok mu sabırlıydı?" "Evet annecim, çok sabırlıymış tabii" "E peki, çocukları; "Park, park, park" diye tutturunca bile mi sabır ediyomuş?" :))))

* "Anne sen çok güzelsin biliyo musun, hem dışın güzel, hem için. Dışın her zaman güzel olmasa da için hep güzel anne :))))"

* Şimal'e, başka arkadaşlarıyla oynuyo, onu başkalarıyla aldatıyo diye küsen Nehir, ağlaya ağlaya "Anne, Şimal'e küstüm, onu artık istemiyorum, o bana karşı çok soğukkanlı" :)))


20 Eylül 2012 Perşembe


Bizim evin dibinde, arka tarafında Kaşif Kalkavan Çamlıca Musiki Derneği var (link vermiyoruz-veremiyoruz sevgili blog okurum, bloğumuzu ağırlaştırıyormuş malum ama buna mukabil bak senin için ismini tam yazdım, kopyala yapıştır gogikle :)) ) her önünden geçişte Nehir'i buraya versek de bi enstrüman öğrense (ben mi? ben çok kabiliyetsizim bu konuda, nota bile bilmem, isteyip de yapamadıklarımı çocuğum yapsın istediğimden değil ama valla ;))) dedik durduk ama bir yıl boyunca faaliyete geçemedik, kısmet bugüneymiş... Nehir'in sınıftan birkaç arkadaşıyla başvurduk, sınavı da geçti (ritm tutmak suretiyle müzik kulağına baktılar) önümüzdeki haftadan itibaren, cumartesileri bir saat gidecek inşallah... Ve tabii inşallah sever, keyif alır, uzun ömürlü olur...
Nehir çok heveslendi, bundan 1 ay kadar önce bilgi almaya gittiğimizde hoşuna gitti bu fikir, eve dönerken "Anne bana şimdiden alın da kemanı, kurs başlayana kadar öğret bana daha iyi olur" "Kızım keman mı biliyorum ben, nerden öğreteyim?" "Bilmiyo musun anne, e o zaman babam öğretsin"  :))) "Annecim tamam baban mesleğine ek olarak ünlü bir keman virtiözü aynı zamanda, ünü dünyayı tutmuş ama senin yakının birinden değil kurstaki hocandan öğrenmen daha doğru, daha etik" demedim tabii, güldüm sadece ;)




Son yazıda söylemiştim ya size Nehir'in küçük ayıcığından ayrılmadığını (ki ispatı üstteki resimdir!) okula giderken evde bırakıyor ama Ali Deniz'in oyuncak balinasına emanet ediyor, gündüzleri baksın ayıcığına diye :)) Bunu büyük bir ciddiyetle yapıyor, karşısına alıp balinayı resmen tembihliyo, bu nasıl bir hayal gücüdür kuzuuuu, sorunca da, canlı sanıyomuş ayıcığı (bunu söylerken de bi duygusallaşıyo ki sormayın!)
Dedi ki dün sabah okula giderken, portmantoya bırakıp vedalaştığı ayıcığı için "Anne ayıcığımı balina teyzesine götürür  müsün, onunla duracak" "Tamam kızım" dedim lakin, sabah sabah telaşla unuttum küçücük, zavallı ayıcığı :( Kalıvermiş akşama kadar portmantonun üstünde aç-bilaç :)) Akşam okul dönüşü bıraktığı yerde görünce kızdı tabii kuzu "Anne niye vermedin Balina Teyzesine" "Kızım verdim, bütün gün onunlaydı da, sen geleceksin diye, seni karşılasın diye buraya koydum yine" "Aaa, iyi yapmışsın anne" :))) Annelik pratik zeka da gerektiriyo galiba ya da uydurma gücü, kıvırma kuvveti de diyebiliriz :))))

07.10.2012

Uyumak üzere olan kuzuya refakat ederken:
Nehir: Anne dünyada sihir yok biliyorum ama eğer olsaydı ve insanların beyninden geçenleri görebilseydik ne görürdük"
Ben: Nasıl yani kızım?
Nehir: Yani beyninden geçenleri, yazı olarak mı yoksa resim olarak mı görürdük ?
Ne görürdük sahi ;)
*****
Bugün Ali Deniz'i öğlen uykusuna yatırmaya çalışırken, Nehir kitap okumak istedi. Nehir kitap alınca eline Ali Deniz almazsa kıyamet kopar ya, ona da bir tane verdik tabii... Ne yaptı peki kitabı Ali Deniz, fırlattı taaa gardrobun altına. Bunu gören Nehir, bir yandan kitabı bulmaya çalışırken, fırça atarkenki cırtlak ses tonuyla:
- Ali Deniz, kitapları niye yere atıyosun, ya sayfası yırtılırsa. Biliyo musun bu kitaplar ağaçlardan yapılıyo! Yaşlı ağaçlardan! Ya yaşlı ağaç yoksa, genç ağaçları öldürürler o zaman biliyo musun? :))))
Bilmiyo tabii Ali Deniz bunların hiçbirini, anladı mı bunca nutuktan bişey onu da ben bilmiyorum ;)
*****
Nehir'in meşhur minik ayıcığınin bir de ablası çıktı malesef :( Ankara'dan gelmiş ;) Tanıştırdı geçen gün, kocaman bir peluş köpek. (Bakınız alttaki resim) Dedim ki: "E bu köpek kızım, nasıl ayığıcın ablası bu"
Nehir: Anne o köpek değil bi kere!!! Ayı o, ayı ailesinin bir çeşidi :)
Geçen sabah okula uğurlarken Nehiri:
- Anne ayıcığı okula götürüyorum ama sen de ablasını bale kursuna bırak bugün olur mu?
Baleye bırakıcam bi de, oldu,! İki çocuk, bir ayıcık, bir de ayıcığın balerin ablası, allahım sen sabır ver bana bir de dayanma gücü :)))

Ayıcık okula gidiyor...

9 Kasım 2019 Cumartesi

MEYDAN OKUMA 10.GÜN


10. En son gördüğün en güzel manzara neydi? İstersen anlat istersen fotoğrafını bırak.
Günaydın, bugün 10 Kasım. Benim için bugünkü meydan okumaya en çok uyan ve en güzel manzara Atamız 💟
Özlemle... 

MEYDAN OKUMA 9. GÜN


9. Soğuk kış günlerine geçiş yapıyoruz artık. Bu kış günlerinde pişirip yemekten keyif aldığın bir tarifini paylaşır mısın? Mesela meşhur bir kekin, ya da kurabiyen var mı?
Var tabiii, olmaz mı :) Tam da kışa yakışır, tarçınlı, zencefilli kurabiye var. Onu paylaşayım. Tarif sevgili Ayda'dan, yani cafenohut'tan, kopyalayayım aşağıya sizler için ama söz verin deneyeceksiniz bu şahane kurabiyeyi :) Linki de blog adına ekledim ki siz de Ayda'nın şahane kurabiye sunumlarını görün.. 


Afiyetle..

ZENCEFİLLİ KURABİYE

Malzemeler
·                    1/2 çay bardağı sıvıyağ (ben çok daha az koydum yine de oluyor)
·                    50 gram margarin (erimiş ) (Erimiş derken öyle su gibi değil yumuşak yani)
·                    4 su bardağı un (yook ben her defasında biraz daha fazla koyuyorum, alabildiğine un demek istiyorum burada: )
·                    2 tatlı kaşığı tarçın
·                    2 tatlı kasığı zencefil
·                    2 yumurta
·                    1 paket kabartma tozu
·                    4 kahve fincanı pudra sekeri
Tüm malzemeleri aynı anda karıştırıyorsunuz, yok öyle önceden yumurtayla şekeri falan çırpmak. Sonra merdane ile açılacak bir hamur haline getirip ne çok ince ne çok kalın açıyoruz. Şekilli kalıplarla oynamaya başlıyoruz sonra, bir ondan bir bundan….
Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 15-20 dakika piştikten sonra biz dayanamayıp sıcak sıcak yiyoruz. Siz keyfinize göre takılabilirsiniz.

8 Kasım 2019 Cuma

MEYDAN OKUMA 8. GÜN

8. Neden blog yazıyorsun? Bloğu sevme sebebin nedir?

Neden yazıyorum ve neden seviyorum? Çünkü yazmayı, yazarak anlatmayı çok seviyorum. 9 yıldır blog yazıyorum. Zaman zaman çok yoğun, zaman zaman uzun aralıklarla. Ama hep illa ki burada bloğum. Her ihtiyaç duyduğumda, içimi dökmek istediğimde yanı başımda, beni bekleyen sadık bir dost adeta.. 
İlk zamanlar daha çok günlük gibi yazdım bloğa. Çocukların -bilhassa da Nehir'in- güzel anlarını, komik hallerini yazdım. Hatıra kalsın istedim. Şimdi aklıma ne geldi bak, aslında blog dediğin, yazılarla süslü eski fotoğraf albümlerinden. Hani şöyle sayfa sayfa açılan, üstü yapışkan jelatinli o güzelim albümler gibi.. 
Blogda eskilerde kalmış pek çok anı, yemek tarifleri (ki tarif bakmak için çok kullanıyorum bloğumu) var. Biraz akıl defteri, biraz tarif defteri, çokca hatıra defteri. Ve ayrıca hem kişisel hem beceri anlamında gelişim sürecime, nazarlık serüvenime ayna tutan mecra benim güzel bloğum. 
Yazmayı, uzun uzun devrik cümlelerle içimden geçenleri anlatmayı pek çok seviyorum ben. Görüyorum ki, dostlarda da karşılığı var bu sevginin. Onlar da seviyor yazdıklarımı, okuyor ve  yazmam konusunda yüreklendiriyorlar beni. Samimi, içimden geldiği gibi, hesapsızca yazdığımda illa ki karşılık buluyor. Kimse okumasa yazar mıydım ya da nereye kadar yazardım bilmiyorum ama iyi ki var bloğum, canım bloğum, upuzun yıllar sürsün, devam etsin dilerim :) 
Düşünsene bundan 20 yıl sonra Nehir ya da Ali Deniz, çocuklarıyla bakarlarmış bloğa, okurlarmış güzelce.. Şahane olmaz mı?
Ve son olarak çok çok kıymetli dostlar kazandırdı bana bloğum. Instagram henüz icadedilmemişken, bloglar çok kıymetliyken öyle güzel dostlar kazandım ki, çoğuyla hala görüşüyoruz artık pek çoğu blog yazmasa da. Yazsalar keşke, hatta herkes yazsa keşke... 

MEYDAN OKUMA 7. GÜN

7. Hayatında seni yönlendiren en belirgin duygun nedir?

Bu soruya çok net bir cevap veremesem de, "vicdan" en yakın duygu sanki. 
Şöyle ki, çok haklı olduğumu bilsem de, karşımdakine kızdığım, üzdüğüm zamanlarda, ardından hep bir vicdan muhasebesi. "Evet, haklısın ama değdi mi, niye öyle dedin ki, ya çok üzüldüyse.." gibi.. Halbuki haklıysan haklısın, niye karşı tarafa bunca empati bilmem. Geçenlerde okudum bi yerde, "empati" çok da gerekli bir şey değilmiş. Yani tam olarak böyle değildi belki de ama buna yakın bi anlamı vardı okuduğumun. 
Kimseler üzülmesin benim yüzümden, darılmasın istiyorum. Bu ne kadar mümkün? Tartışılır. Ne kadar gerekli? O daha da tartışılır ama böyle işte. 
Bu soruya da bu cevap olmadı sanki yahu? Tekrar okuyunca şimdi öyle düşündüm. Soruda seni yönlendiren diyor. 
Ama bu dar zamanda bu kadar yazmışken silmeyeceğim de soruyu nasıl anladığımı yazıp, bir sonraki soruya geçeceğim. "Hayatında en belirgin duygun nedir? miş gibi yapalım benim sorumu sayın yönetici, çok rica edicem :) 

6 Kasım 2019 Çarşamba

KASIM MEYDAN OKUMASI 6.GÜN

6. Bir şehir olsan hangi şehir olurdun? Neden?

Beni az buçuk tanıyan herkes bu soruya "Yalova" diye cevap vereceğimi bilir. Nedenini sık sık blog yazılarımda ve her mecrada anlattım daha evvel ama olduğu gibi aşağıya kopyalayacağım yazımı okuyunca siz de bana hak vereceksiniz. 

Bu soruyu ben önermiştim meydan okuma soruları hazırlanırken ;) 
Sonra dün gece bu postu nasıl hazırlayacağımı düşündüm ve illa ki Yalova ama başka hangi şehir olabilire cevap olarak İzmir geldi aklıma. Ki İzmir'le teşriki mesaimiz bir kaç günle sınırlı. 89 yılıydı sanırım, Elif İzmir'de üniversite okurken, onun yanına gitmiştim. Aylardan temmuzdu ve dediğim gibi yalnızca bir kaç gün kalmıştım. Güzeldi İzmir, sıcak ama güzel. Bu kadarcık zamanla değil ama yıllarla birlikte İzmir'in bende bıraktığı, o, hani böyle gencecik, misal 30'larında, saçları uzun, dalgalı, havalı ama aynı zamanda yalın, böyle saçlarıyla birlikte maksi etekleri uçuş uçuş, özgüveni tam, özgürlüğüne son derece düşkün, kültürlü, açık görüşlü kadınmış algısı. İzmir'in cinsiyeti kesinlikle kadın ;) Evet yahu, İzmir de olabilirdim, tüm bu saydığım özelliklerden. 

Yalova'ya gelecek olursak, Atamızın da "Yalova benim kentimdir." sözünde dediği gibi Yalova benim de kentim. 
Okuyacağınız yazı bugünler düşünülerek yazılmış bir yazı ama gerçek olamadı -maalesef demeyeceğim- Çünkü Nehir, liseye Yalova'da gitmek istemedi. Sınavda iyi bir puan aldığı ve İstanbul'daki iyi okullardan birine yetttiği için puanı, liseyi burda okumak istedi. Ben nasıl ki, çok seviyorsam doğduğum şehri, tercihimi hep oradan yana kullanıyorsam, onun da buna hakkı var diyerek saygı duyduk. Dolayısıyla -şimdilik- yazları ve tatillerde Yalova'dayız ama bakarsın Ali Deniz, söz verdiği üzere, ziyaret ettiğimizde o çok sevdiği Yalova'daki Fen Lisesi'ne gitmek ister (inşallah puanı da yeterse). Kısmetten öte köy yok demişler ama Üsküdar da güzel yahu, hamdolsun... 
Buyrun öyleyse, size bir Yalova güzellemesi ;) 

2014, Baharında yazdığım post: 


O kadar çok almana gerek yok, Çarşamba günü yine var pazar, olmadı Cumartesi de…  Taze taze alırsın. Ama gittiğinde ilk önce mutlaka köylülerin tarafına uğra. Köylü kadınlar bahçelerinden toplayıp getirdiklerini satıyorlar misler gibi, ilk önce onları dolaş, onlardan al alacaklarını, unutmadan bir demet de çiçek al onlardan, İstanbul’da aldığının üçte bir parasına, her hafta bir kez mutlaka al bir buket çiçek...
Evle pazarın arası 5, bilemedin 7 dakika. Pazara giderken yanına mutlaka kırmızı puantiyeli pazar arabanı al, hem havalı olursun, hem de yorulmazsın. 
Pazardan dönüşte yerlerine yerleştir pazarlıkları başka hiç bir işe bakmadan doğru sahile... Sahil dediğin ne ki, 2 bilemedin üç dakika... Git bir güzel çay iç balıkçılarda, yanında eşin,  de ki ona "Ne iyi ettik de geldik buraya!"... Al gazeteni de oku misler gibi. Arada da Evim dergisi al yanına,  de ki "işte hayalimdeki hobi odası şöyle bişey, baksana bi!" denize karşı püfür püfür, senden güzeli yok o anlarda...
Sonra bisiklete binersin belki, şehri baştan sona kaplayan bisiklet yolları ne güne duruyor? E bisikletin yok diye niye dertleniyorsun, bedavaya senin bisiklet işte, kullan, koy yine aldığın yere...
Şehri bir baştan bir başa gezmek istersen sana yeminle 20 bilemedin 30 dakika! Yürüyerek tabii, arabaya ne hacet... 
Çocukları okuldan al sonra, yani ufaklığı, senin de gittiğin ilkokuldan, bahçede bekle, koşarak, uçarak atlasın kollarına, eve gidin güzelce, ev dediğin ne ki, okulla arası 3 bilemedin 5 dakika.. Arada başka yollardan götür oğlanı, başka başka sürprizler keşfedin birlikte, hem ne kadar uzatırsan uzat, okul ve ev yolu en fazla 7 bilemedin 10 dakika.. Kız mı, e o artık liseli zaten, yürüyerek gider okula, "korkmak" mı, yok canım, 7 bilemedin 10 dakikalık okul yolu zaten, hem unutma burası senin memleketin, bi damlacıkken sokaklarında korkusuzca oynadığın, kendi başına nerelere güvenle gidebildiğin memleketin, bırak biraz kızı, serbest bırak ki özgüveni gelsin... Kız da büyüdü zaten, okul çıkışı arkadaşlarıyla takılmak ister, sahildeki kafelerde buluşmak, görüşmek ister. Elbet görüşsün, sen az mı vakit geçirdin kafelerde, pastanelerde??? Unutma, sen ne yaptıysan, misliyle yapmak onun da hakkı... Hem anne-kız sır kafenize de gidin arada arada, sana anlatacakları vardır elbet kuzunun, sadece sana anlattığı sırları, bazen de senin ona elbet... 
Sonra akşam olsun, ailecek kebapçıya gidin, misler gibi lahmacunları, kebapları yiyin afiyetle, kebapçı dediğin ne ki, 2 bilemedin 4 dakika... Ordan sahil zaten iki adım, dondurmaları alın elinize, yürüye yürüye, yediklerinizi sindire sindire, sahil boydan boya sizin. Kendinize hedefler koyun, bugün Donanma'ya kadar yürüyelim.. Yok yok bugün biraz daha fazla, mendereğe kadar....
Günler uzun ki ne uzun, yemeği koymuşsun, işler güçler bitmiş, sen televizyonu hiç açmamışsın ama radyon her daim seninle... Bir elinde keçe, bir elinde etamin, bütün malzemelerin emrine amade, kafana göre takılıyorsun, bu şehre döndükten sonra senin ilham perileri bir hücum etmiş ki kalbine, sorma. Ellerin de bir itaaatkâr bir çalışkan ki hiç sorma... Arkadaşların gelmiş, liseden sevgili, canın arkadaşların, Nurcan gelmiş, Hülya gelmiş, kankan Arzu'n da gelmiş, birlikte hem sohbet edip, hem imece usulü bir sürü işler çıkarmışsınız...
Daralmışsınız arada, çayları koymuşsunuz da, içinizden biri Efsane Fırın'a gidivermiş, fırın dediğin ne ki, 1 bilemedin 2 dakika, kapmış bütün yeni çıkmış ne varsa fırında, kekler, pastalar, tahinli pideler...  Kilo mu yok canım, yürüyerek gidiyorsun her yere,  sabah akşam spor yapıyorsun ya, kilo mu kaldı! Bütün pencereleri açmışsınız, misler gibi hava, siz balkondasınız, e hayat  balkonda güzel...
Sık sık köye git, ananeye, dedeye, çocuklar mis gibi dağ havası alsın, bahçede yuvarlansın, dalından yesinler yahu bütün meyve sebzeleri, sen izle, seyret ve kaydet o güzel anları...
Kış olur bırakırsın çocukları ananeye dedeye, sen koca kişisiyle baş başa takılırsın azcık, misal iki-üç günlük kısacık tatiller ayarlarsın, Safranbolu olur, Kapadokya olur, Amasra olur, paşa gönlün nereye isterse oraya gidersin...
Misafirlerin gelir bol bol, Bursa'dan, İstanbul'da bıraktığın dostlardan, güler eğlenir "İyi ki geldiniz!" dersin... 
Yaz olur, atlarsın arabaya, çoluk çocuk yallah denize, kah okur, kah uyur, kah yüzersin misler gibi. Denizin üstünde kıpırdamadan yatarsın, yüzün güneşte, sırtın serinde.. Çocuklara seslenirsin ara ara "Çık artık sudan, üşüyeceksin, gel kurulayayım seni, yağ süreyim yüzüne!" Ve sık sık dersin ki "Şükür yarabbi!" "Şükür bugünümüze..."
Böyle böyle geçer gider günleriniz. Onca yıl- teee lise sonda stajla başlayan onca yıl- çalışmadan sonra, şimdi devir -hayattan emekli etmeden kendini- "Emeklilik" devri... Sen tadını çıkar, bir daha mı geleceksin bu dünyaya sevgili okur, sen doyasıya yaşa, "ölesiye yaşa" e mi...



Köyden sonbahar

Bahtiyarcığımla..

Bunlar da var...

İlginizi çekebilecek bağlantılar.