30 Ocak 2012 Pazartesi

RUH İKİZİ (Mİ ACABA?)



Var mı sahi hiç ruh ikiziyle evlenen sizin aranızda ya da çevrenizde... İnsanın ruh ikizi olur mu, olursa da onunla evlenmesi iyi olur mu? Olmaz gibi sanki, aynı evin içinde, senin gibi düşünen, her olayda aynı tepkileri veren, aynı hisler içinde biri daha??? Renksiz olur sanki, sıkıcı belki biraz da, tamam her ak dediğine de kara dememeli insan eşinin ama hep de ak dememeli, arada da "kırık beyaz sanki ama tam da ak değil" demeli.  Her dediğini noter gibi tasdiklememeli, arada onu başka yollara çevirmeli, şaşırtmalı, bakış açısını değiştirebilmeli (bunun için kişinin kendisine de başka bir bakış açısı lazım tabii) hep kendi dediğinin doğru olmadığını göstermeli...

Acaba kıskandım mı yoksa ruh ikizimle evlenmedim diye, ruh ikizi olmadığımız gibi kocamla, adeta başka dünyalardan biraraya gelip evlenmiş gibiyiz. Neredeyse hiçbir özelliğimiz benzemiyo birbirine, hele ilk evlendiğimiz zamanlarda daha da alakasız tiplerdik ama derler ya hani, zamanla çiftler birbirine benzer, biz de yaklaştık biraz biraz, bir adım ondan bir adım benden...

Bu konuyla ilgili tek bir örnek vereyim, daha iyi anlaşılır belki... Evlendiğimizde kocam temizlik delisi , titiz ama takıntı derecesinde titiz biriydi, ben de ayıptır söylemesi hiç titiz olmayan hatta bu konularda (malesef) biraz fazla rahat bir tipim. Evliliğimizin ilk zamanlarında -diyelim ilk bir yıl kadar, ben yemek yapar, sofrayı hazırlar, beklerdim kocam sofraya otursun diye ama o mutfağı teftiş etmeden, tezgahın üstünü toplamadan, ocağı silmeden asla oturmazdı sofraya, ben de sinirlenirdim tabii...

Gelelim bugüne, şimdilerde bunların hiçbirini yapmadan oturuyo sofraya, hatta bazen yemek sonrasında kirli olduğunu görse bile silmiyo  ocağı :( Hala titiz ama delilik seviyesinde değil, şükrediyorum onun şu anki  haline, o zamanlarda söyleseler böyle bişey olacağına asla  inanmazdım ama hayat işte olduruyo olmaz dediklerimizi..

Birbirlerine benzemeyen insanların evliliği daha mı uzun sürüyo acaba? Çekişirken, tartışırken hatta yerken bazen birbirini, rutine binmeden, küsüp, barışarak hayat daha renkli sürüp gidiyo galiba...
Bi de şuna hayret ediyorum ben en çok, hani röportajlarda falan soruyolar ya evli çiftlere "Nasıl anlaşıyosunuz?" diye, onlar da "Bizim evde birbirimize karşı sesimiz asla yükselmez" diyolar ya, kulak burun boğazcıya mı kıstırıyolar da yükselmiyo o sesleri hiç? Nasıl her zaman sütliman herşey evlerinde? Hele ki bir de çocuk varsa ses nasıl yükselmez bilmem. Tebrik ediyorum onları, ayrıca önlerinde saygıyla eğiliyorum... Ama itiraf ediyorum kocamın normal konuşma tonunun  yüksekliği bir yana bizim evde sesler çokca YÜKSEK YÜKSEK...

Bu yaşımda evlilikle ilgili idrak ettiğim en önemli şey bence "AŞKLA" yapılması gerektiği evliliğin, yoksa zor ama çok zor evli kalabilmek, iki farklı karakteri aynı evin içinde yaşamaya mecbur kılan şey bence sadece "AŞK" olabilir, başka türlüsünü de başaranlar var tabii ki. adına da "MANTIK" diyenler mesela ama o zaman da perhiz yemeği gibi olur bence evlilik, tuzsuz, yağsız yani TATSIZ....

AŞK(OLSUN) SİZE, BİZE, HEPİMİZE...

Aşk imiş her ne var alemde   
İlim bir kıyl ü kal imiş ancak
                                 Fuzuli



Sakızlardan çıkan bu karikatürlere bayılırdım eskiden, artık yok sanırım. Aşkın en güzel tarifleriydi bence

27 Ocak 2012 Cuma

EL İŞİ, ESEN İŞİ...

Geçen yazıda en en en sevdiklerimi paylaşmıştım ya, orda söylemiştim hani, benim yaptıklarımı da paylaşırım diye, işte bunlar da benim yaptıklarımdan nacizane örnekler... Çok seviyorum böyle şeylerle uğraşmayı, çok zevk alıyorum, emek verilen herşey güzel oluyo bence, şimdilerde iki çocukla, çalışırken bi de, bunlardan uzak kalsam da, hepsi aklımın bir köşesinde, düşünüyorum bazen, şunu yapmalı, şöyle yapmalı diye ama uykuda şimdilik bu fikirler, uyanacakları gün de gelecek elbet ve ben o gün çook daha mutlu olacağım böyle şeylerle uğraştığım için...





Bunları eklemeyi unutmuşum :( Sabah da grip ilaçlarımı evde unuttum, sonradan içmem gereken troid ilacımı da içmeyi unuttum :(((
Noldu bana Allahım...

Nehir Kuzusu ile olan resimlerimizden hazırladığım pano (Ali Deniz gelince yenisini yapmak şart oldu)
Bu panoyu kocama  2. evlilik yıldönümü hediyesi olarak hazırlamıştım, her resmin altında sevdiğim şiirlerden mısralar var...
Bu nazar boncuğunu, takı yaptığım dönemde artan boncukları değerlendirmek için yapmıştım...
Bu aynayı Tchibo'dan almıştık, ama sonrasında üstüne ekleye ekleye bu hale geldi, çook eğlenceli oldu bence...

Nehire hamileyken, doğum iznine çıktığım zaman yaptığım bir atkı bu, iki haftada bitirmiştim, kızıma saklıycam bunu, hatıra kalsın...

Lavanta torbaları, ama bazen de birine vereceğim hediye küçük bişeyse bu keselere koyup veriyorum, evde kalan etamin parçalarını ve artan ipleri değerlendirmek için süper...

Boncukları çok seviyorum ya, eskiden boncuk almaya gidince, dükkanda kendimi kaybettiğim için bir sürü boncuğum vardı (halen de var, bekliyolar sabırla onlarla ilgileneceğim günleri :) ) işte o artanlar bir araya gelip böyle kapı boncuğu oldular, kapı değil de kiriş demeli galiba. Anneme de yaptım, köydeki eve, o da çok güzel oldu...

Etaminin en kolay şekli, çok basit, çok zevkli...

Nehirin odasının duvarı, bu duvarda benim hiçbir katkım yok ama, babası ve Nehir'in eseri, çıkartma delisi bi kızım var benim...



Bunlar da yaptığım Ebru çalışmalarından örnekler...


25 Ocak 2012 Çarşamba

ORGAN BAĞIŞI: CAN BAĞIŞI

http://www.haberturk.com/yasam/haber/708021-usaktan-dunyaya-ornek-organ-bagisi

Beyin ölümü gerçekleşen tekstil işçisi Ahmet Kaya'nın yüzü, bebekken yüzü yanan mermer işçisi Uğur Acar'da can buldu. Bir bacağı ve kolları da bir başka kişiye takıldı, bacak uyum sağlayamadığı için çıkarılmak zorunda kalsa da, kolları ile çocuklarına sarılabilecek yeni sahibi...

Akdeniz Üniversitesi ekibi çok büyük bir başarıya imza attı, Ahmet Kaya'nın iç organları alınamadı ama korneası, yüzü, kolları ve bacakları tıpkı kutsal emanetler gibi taşındı, zaman kaybetmeden yetiştirildi yeni bedenlerine... Ahmet Kaya'nın çıkarılan organlarının yerine üç saatlik bir operasyonla protez kol ve bacaklar ile maskeden bir yüz takıldı defnedilmeden önce, ölüye saygı da bu olsa gerek...
Doktorlar için "Tanrı'nın dünyadaki eli" denir, çok doğru, bence de, çok ama çok kutsal bir meslek doktorluk, şimdilerde çalışma şartları daha da zorlaştırılsa da hep çok özel insanlar doktorlar, çok isterim çocuklarımın doktor olup, elleriyle başka bedenlere şifa dağıtmalarını.

Organ bağışı bu sayede de bir kez daha gündeme geldi. Ben organlarımı bağışlayalı yaklaşık 20 yıl oldu, hiç tereddüt bile etmemiştim o zaman, şimdi ne kadar doğru bir karar verdiğimi görüyorum tekrar tekrar... Bunca insan ölüme adım adım yaklaşırken organ yetmezliğinden, hayatları kararırken gün be gün, öldükten sonra bedenim ilaç olsun isterim o insanlara, hem de istisnasız bütün organlarıyla...
İslami açıdan da sakıncalı olmayan bu durum keşke daha çok kabul görse, yaygınlaşsa toplumumuzda, biliyorum en sevdiği için böyle bir karar vermesi insanın zor, çok zor ama sonraki manevi tatminini düşününce de değer verilen karara...
İşte böyle benim düşüncelerim, siz ne dersiniz bilmem...

23 Ocak 2012 Pazartesi

VİCDANININ SESİNİ DİNLE BAK NE DİYOR!*

Aslında buraya yazacaklarımı facebook'ta abuk subuk video, resim yazı paylaşan arkadaşlara yazacaktım ama uzun olacağını düşünüp, burdan anlatayım derdimi dedim... Hey sen! Sözüm sanadır! Diğer arkadaşlar üstüne alınmadan alelade bir yazı gibi okusun lütfen ;)

İyiyi, güzeli, dostluğu ya da bilgiyi paylaşmak varken, kin, nefret, öfke dolu olan şeyleri seçip paylaşanlardan bahsediyorum... Hrant Dink hakkında, ondan yola çıkarak Ermeniler hakkında, Kürtler hakkında ya da diğer etnik kökenler hakkında paylaşılan içi nefret dolu video ya da yazı ya da resimler sözettiklerim, çoğunun kendi oluşturduğu ya da yazdığı şeyler değil, başkasından alıntı paylaşımlar ama yine de yapmayın gözünüzü seveyim. Sapla samanı birbirine karıştırıyosunuz.
Vicdan sesine hiç kulak vermeden "Paylaş" diyerek paylaştıklarınız var ya beni sinir ediyo haberiniz olsun, evet özgürlük var tabii, ben de size niye böyle düşünüyosunuz diyemiycem bu sebepten ama bilesiniz ben sadece "acıyorum" bu kafa yapısındakilere... Ben utanıyorum sizin yerinize... Bu zamanda ileriye gitmek yerine, geri geri gidiyosunuz malesef... 
Ermeniler de (ve Türkiye'de yaşayan diğer etnik kökendekiler de) sizin bizim gibi TC vatandaşı, bu ülkenin çocuğu, Anadolu'da doğmuş büyümüş, bu toprakların en az bizim kadar sahibi insanlar. O yüzden hoşgörmekten falan da sözetmeyin bir lütufmuş gibi...
İnsan öldürmenin hoşgörülecek tarafımı var  allahaşkına, yaradanın verdiği canı ancak yaradan alır, katilleri övmeyin, hiçbişey yapamıyosanız "Yaradılanı severim yaradandan ötürü" deyin, olur mu? O zaman zaten bu hastalıklı halden kurtulursunuz....
Bu yazının anafikri de: "VİCDAN SESİ" olsun...

* Sezen Aksu'nun güzelim şarkısını başlık yaptım kendime, ona da bir "EYVALLAH"

GEÇEN HAFTANIN FOTOĞRAF ALBÜMÜ


Babamız 3 gün Van'daydı geçen hafta, çocuklar çok özlediler, gelir gelmez yapıştılar babaya :)


Kuzum ilk karnesini Uğur Öğretmeninden aldı...

"Renkli Tatil" yazdığına bakmayın, ödev olarak 10 ayrı kitapçık var yapılacak :(


E karne sonrası Nehir eğlendi tabii, gün onun günüydü...





Şimal'le Capitol'de




Bu fotoğraflar Cumartesi Günü'nden, bizim kızlarla Çınar'ı görmeye gittik, yumuk yumuk, çoook tatlıydı...





Bunlar da bizim klasik Pazar gezmemizden... Ali Deniz kendinden geçiyo bu oyun yerinde, kamyon şoförü potansiyeli görüyorum çocuğumda ;))

20 Ocak 2012 Cuma

NEHİR'in KARNE HEYECANI...


Bu kadarcıktı kuzum okula başladığında.... (Anneler Günü hediyesi ile)






Bu resimler Nehir'in anaokulunda aldığı karne günlerinden...





Bunlar da 1. sınıfın ilk  günlerinden...


Minik kuzum bugün ilk "gerçek" karnesini alıyor. 2,5 yaşında başladığı okul macerasında, pek çok karne biriktirdik ama onlar papatyalı karnelerdi...
İlköğretime başladı bu yıl, ilk sahici karnesini bugün verecek bize, okuma-yazma, matematik, hayat bilgisi öğrendi kuzum bu sene, sabahtan akşama okulda emek harcadı kendince, karşılığı bugünkü karne. İnternette e-okul'a girilmiş karne notları zaten, baktım geçen gün ama kendisine söylemedim, karnesini bilmediğimizi sanıyo, ilk karne heyecanını bozmak istemedim kuzumun.
Saat 15.00'de veriliyo karneler, ben gitmeyecektim, arkadaşının teyzesi alacaktı Nehir'i karne sonrası okuldan ama sonradan arkadaşlarının annelerinin gittiğini öğrenince ve daha önceki senelerden, velisi gelmeyen çocukların böyle zamanlarda nasıl üzüldüklerini de iyi bildiğim için, ben de karne alırken yanında olmaya karar verdim. Okuldan alıp onu karne hediyesi almaya götürücem inşallah...

Takıldığım bir şey var yalnız, ilkokul birinci sınıf çocuğunun- ne olursa olsun- karnesinin pekiyi olması gerektiğini düşünüyorum. Okumayı sökememiş olsa bile, arkadaşlarından geri kalmış olsa bile, sırf motivasyon için (özellikle de birinci dönem) karnesinin bütün çocuklar için aynı olması gerektiği kanısındayım, hepsine PEKİYİ verseniz nolur sanki sevgili 1. sınf öğretmenleri, günah değil mi onlara, onlar da ana kuzusu değil mi, üzülmez mi karnesinde notu düşük olan öğrenci diğer arkadaşlarının karnesini görünce (küçük emraha bağladım galiba biraz işi ;)

Bu vesileyle, karne alan bütün çocuklarımızı ve tabii onlarla birlikte okuma-yazmayı tekrar söken, el yazısı öğrenen bütün 1. sınıf velisi anne-babalarımızı kutluyorum...



19 Ocak 2012 Perşembe

EN AZINDAN ÜÇ DİL BİLECEKSİN! (İnşallah diyelim)

Sabah şerifleriniz hayır olsun diyerek başladığım satırlarımda bugünkü konum "LAZCA" ... Sadık okurlarımın bildiği üzere, bloğuma her gün Lazca bir kelime ekliyorum... Lazca alfabesi olan bir dil, bazı sesleri Türkçe'de olmayan harfler veriyor. İşin akademik kısmını bilmiyorum çok ancak benim bildiğim annemin dili "LAZCA"
Köyde önceleri çokça şimdilerde sadece belli yaşın üstündekilerin konuştuğu dil. Bana da annemden geçen, özellikle öğretilmeyen ama duyarak öğrendiğim ve çook sevdiğim (bu sayede bütün gizli konuşmaları anladığım ;) ) bir dil...
Annelerin çocuklarını Lazca sevdikleri (Ohhorkera, Gogihta, Nanaçkimi gibi) Lazca kızdıkları (dulugansiyas, kundiçkomiş bere gibi) bir köyde büyüdüm ben çok şükür...
Babamın da bir dili var  o da "ZAZACA" ama o unutmuş dilini konuşmaya konuşmaya, onu da öğrenmek isterdim, biraz daha zenginleşebilmek için!
Dilleri insanlar yaşatır, bizim köydeki gençlerin çoğu konuşamıyo Lazcayı, ama bilseler ne kadar önemli anadilleri, daha çok çaba harcarlardı ileriye taşımaya...
Bu konunun anafikri aslında "dil öğrenme" ister Lazca, ister İngilizce ister Kürtçe mutlaka yeni diller eklemeli insan hafızasına...
Geçenlerde gazetede okumuştum, gencecik bir öğrenci yeni bir dil oluşturmuş kendi kendine, çok ilgimi çekmişti haber...

Konumuzu da Bedri Rahmi'nin bu güzel şiiriyle bağlayalım öyleyse...



En Azından Üç Dil Bileceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler küfürler masallar da caba,
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime aslan ağzında
Her kelimeyi bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesini be
Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Memiş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun
Bedri Rahmi Eyüboğlu

17 Ocak 2012 Salı

FOTOĞRAF ALBÜMÜ!

Bu hafta albümde pek fotoğraf yok, Ali Deniz'in hiç yok, çünkü çocuğum bir haftadır hasta, bırakın poz vermeyi, gözünü açamadı malesef, öksürük, kusma, burun akıntısı vs... En son hiçbir şey yemeyip, kusması da kesilmeyince cuma günü acilde serum ve hava verildi, antibiyotiğe başlandı... Çok fena çocukların hasta olması, içim eridi kuzumu öyle gördükçe...

2012'nin ilk gününe Nehir'in suçiçeği ile girdik, sonrasında benim hastalığım ardından da Ali Deniz'inki... Bitecek inşallah... Bugünümüze şükür...


Bu Nehir'in babasına okulda yazdığı mektup; konu Uludağ gezisi, Nehir'in su çiçeği olup okula gidemediği hafta dağıtılmış geziyle ilgili kağıtlar ama kızım onu alamasa da bu mektupla çok güzel özetlemiş; Uludağ'a gezi var baba, birlikte gidelim, 75 (lira) cumartesi, nolur nolur nolur ;)
 Anne tarafından " Bi damlacık çocuksun, ne işin var Uludağ'da!" şeklinde konu kapatıldı tabii :)))

 Bu fotoğrafları dün akşam kar yeni başladığında Üniversitenin terasından çektim...



Dün akşam Nehir'i okuldan aldıktan sonra bunlar da...



12 Ocak 2012 Perşembe

BİR KAÇ FAİDELİ BİLGİ...

- Ocak 12 ama hala bi kar yüzü göremedik, bu sebeptendir ki hastalıktan kırılıyoruz. Vakti zamanında Nehir henüz küçücükken bitmeyen bir öksürükle boğuşurken (çare olsun diye "siyah turba bal" yöntemini bile denediğim halde) geceleri nöbetler halinde öksürürken ve benden kuzuma geçen alerji nedeniyle olduğunu anlayamayan doktorlar yüzünden çaresini bir türlü bulamazken, sonunda çocuk doktoruna değil de kulak-burun-boğaz doktoruna gitmeye karar vermiştik. Geçmeyen öksürükler yüzünden ve geniz eti büyüklüğünden Nehir'in bir kulağı neredeyse duymaz olmuş meğer, sıvı birikmiş, kbb doktorunun verdiği tedavi ile atlattık çok şükür o dönemi, sonrasında da geniz eti ameliyatı oldu ve kabus bitti. İlaç tedavisine ek olarak arı sütü-polen içeren bir bitkisel bağışıklık güçlendirici şurup da vermişti doktoru, iki yıl kadar kullandık, onun da faydasını gördük. Sonrasında da kendi çocuk doktorumuz bu şuruba gerek olmadığını söyledi. "Bağışıklığını güçlendirmek için sadece papatya çayı verin ama poşet olanlarından değil aktardan alıp, papatyanın kendisinden yapın çayını." dedi. O gün bugündür bizim bağışıklık güçlendiricimiz Ali Deniz için de Nehir için de PAPATYA ÇAYI.

- Aşure maceralarımı biliyosunuz, aşure süslemesi sırasında, düşürdüğüm tarçınlık (içine tuz konunca tuzluk olduğuna göre, içine tarçın koyunca tarçınlık olamaz mı?) düşünce ve kırılınca ve yerler tarçın olunca, şarjlı süpürge marifetiyle temizlemek istedim... Sonrasında da bingooo, her süpürgeyi çalıştırdığımda buram buram tarçın koktu evim, güzel oldu vesselam. ŞARJLI SÜPÜRGEYE BİR MİKTAR TARÇIN!

- Sırma Su alıyoruz eve, damacanayla, her aya bir dergi veriyolar, ya da 4 damacanaya bir dergi, ayda 8 damacana su etti mi sana 2 dergi, SOFRA ve HOME ART... Süper valla benim gibi dergi delisi birine :) SIRMA SU!

- Bu da nohutun ayrılan kabuklarıyla ilgili... Biz de sık sık pişer nohut, kocamın favori yemeği! Nohutu akşamdan ıslattın, ertesi gün haşladın, haşladığın suyu dökmez de içinde nohutlarla soğutursan, bir de bakarsın ki kabukları ayrılmamış, sıkı sıkı sarılmışlar nohutlara... (Aynı şey kuru fasulye için de geçerli!)  NOHUTLARI, HAŞLADIĞIN SUYUN İÇİNDE SOĞUYANA KADAR BEKLET!

- Nehir bayılıyodu mandallarla oynamaya, önüne ver mandal sepetini, 1 saat oynasın, Ali Deniz de aynı çıktı :) öyleyse çocuklara renkli mandallarla dolu MANDAL SEPETİ!


Şimdi de bu konularla çok alakasız birkaç hoşuma giden fotoğrafla konuyu kapatıyorum...

KALIN SAĞLICAKLA...




Sütaş tereyağının üstündeki bu yeniyıl kutlaması çok hoşuma gitti iyi fikir...



Yoğurdun üstüne de yıllık takvim koymuşlar, o da süper...

Bu soğanı da doğramaya kıyamadım, soğan kabuğu rengi dedikleri bu olsa gerek...


Bu biblodakiler de Nehir ve ben (Elif'ten)

10 Ocak 2012 Salı

RAPORLU BİR GÜNÜN HİKAYESİ

Hastalandım dün akşam, işteyken anlamıştım başıma gelecekleri, grip salgınına ben de tutuldum, kaptım birinden (gripseniz lütfen işe gitmeyin, bulaştırmayın millete)

Hasta olduğum bir günün nasıl geçtiğinin hikayesi, bakın bakalım iki çocukla hastalık bana lüks mü değil mi?
- 07.30 Uyanma ve Nehir'e kahvaltı hazırlıklarına başlama,
- Süt, peynirli omlet, reçel ve şokelladan oluşan kahvaltının hazırlanması,
- Nehir'i uyandırma, kahvaltısını ettirme, giydirme, saçını toplama,
- Ali Deniz'i emzirme, altını ve kıyafetlerini değiştirme,
- Babasının Nehir'i okula bırakıp dönmesini bekleme,
- Doktora gitme, ilaç yazdırma,
- Eve gelip, kahvaltı hazırlama
- Kahvaltı daha bitmeden Ali Deniz'in uykusunu alamadan öksürükle uyanması ve yeri göğü kusmuğa bulaması :(
- Ali Deniz'i hazırlama, doktora doğru yola çıkma,
- 2 saat sonra Ali Deniz'in ilaçlarıyla eve dönme (çok şükür önemli bişeyi yokmuş kuzumun)
- Kalan kahvaltı sofrasını toplama,
- Ali Deniz'in boşalan midesini acilen doldurma, meyve püresi ve çorbayla,
- Halil'in çekime gitmesi,
- Ali Deniz'i uyutma çabaları, ayakta sallama yoluyla :(
- Uykusundan 1 saat sonra öksürükle uyanması
- Arada güzel bişey oldu yalnız Ali Deniz'e bakan ablası Asya geldi de 1 saat kadar uyuyabildim
- Ali Deniz'e tarhana çorbası pişirme ve yedirme,
- Kendime ve Asya'ya yemek hazırlama ve yeme,
- Arada gelen titreme ve ateş nöbetlerine dayanma,
- Nehir'in okuldan gelmesi
- Nehir'e meyve hazırlama,
- Nehir'e makarna pişirme ve altın balık hazırlama,
- Ali Deniz'e makarna yedirmeye çalışma, mamasını hazırlama ve mamasından 6 kaşık ancak yedirebilme ;(
- Ali Deniz'in altını değiştirme, pijamalarını giydirme, uyutmaya çalışma,
- Başarılı olamayınca, evin içinde 10 tur atmasına izin verme, bu sayede de azcık dinlenme,
- Ali Deniz'i uyutmaya tekrar teşebbüs ve başarılı olma,
- Ali Deniz'in öksürmelerini keser mi acaba diye,  göğsüne ütüyle ısıttığım sıcak havluyu koyma, bu sırada, çişinın çıktığını farketme ve gerekli operasyonların yapılması,
- Nehir'in yatağını hazırlama, pijamalarını giymesini, dişlerini fırçalamasını ve çişemesini ;) yaklaşık 10 kez söyleme,
- Müzik eşliğinde ve sehpa üstünde dans etmek isteyen Nehir'i izleme ve gerekli tezahüratları yapma,
- Nehir'in yatağında hikaye kitabı okumasını dinleme,
- Nehir'in 10 kez anne diye seslenmesinden sonra şükürler olsun uyuduğunu görme,
- Ali Deniz'in 3 kez daha uyanması ve ayakta sallayarak uyutma...

 Şükürler olsun ki ikisi de uyuyo 23.00 itibariyle...

Allahım sen bana acil şifalar ver yarabbim, merhamet et bana :)))

Not: Günün diğer güzel şeyi de Sahra'nın annesi Aysel'in (ona da çok geçmiş olsun) Nehir'i okuldan alıp eve arabayla bırakması... Yoksa bütün bu trafiğin içine bir de Nehir'i okuldan almaya gitmek eklenecekti, üstelik soğuk ve yağmurlu havada... Çok sağol Ayselcim, Allah senden razı olsun...

9 Ocak 2012 Pazartesi

GEÇEN HAFTANIN FOTOĞRAF ALBÜMÜ

Tütüüüüü, kızım üstünden çıkarmadı hafta sonu ;)

Bi poz da ışıklar altında alalım...

Ablasının kuzusu...

Yahu bu ablamın dolabı da ne güzel, ne çok şey var karıştıracak, ablam ders çalışıyo ama olsun, ben işime bakayım ;)

Dudaklarımı böyle yapmayı çok seviyorum...
Bu da ablamın koltuğu... Çok rahatmış ;)


Bu resmi  Halil perşembe günü telefonuma mesaj attı: Seni çok seviyoruz anne... yazmış bi de, ama ben de bayılıyorum çocuklarımaaa ;)

2. Geleneksel Kız Kulesi Çıkarması ;) Süper valla bayılıyorum arabada çay-börek-kek keyfi yapmaya, en azından 1 saat kadar "Ali Deniz yapma, kapama televizyonu-lambayı, düşersin, çıkma" demeden geçiyo.  Bi nefes alıyorum ben de...

Bunlar da var...

İlginizi çekebilecek bağlantılar.