Bende karışan sınırlar! Sınırımı koruyamamak esas derdim.
Fazla nezaketi başka türlü anlıyor insanlar ama kahretsin ki bi teraziyim ben
ve nezaket üzre kurulu hayatım 😉 Ben nazik davrandıkça
da karşı tarafa yansıyan/algılanan nezaketten başka bir şey oluyor.
Terazilerin “sonsuz” şahane özelliğinin yanında, ender olumsuz özelliklerinden
biri flörtöz olmak diye bilinir hep ama bunu canım Meral (ki aşağıdaki kare ve diğer güzel kareler hep onun eseri) “Teraziler
flörtöz değil. Nezaketlerini karşı taraf flört olarak algılıyor.” diyerek çok
güzel tahlil etmişti geçen yıl ve ben de “Vayy, tam olarak bu!” demiş, o anda
da aydınlanmıştım...
Bununla birlikte, zaman zaman fazlaca nazik olmak da benim
kendimde en şikayet ettiğim şey. İtiraz edememek, dur diyememek, sabrım taşana
kadar bekleyip sonrasında gemileri yakmak falan filan..
Fazla güvenmek, herkesi kendin gibi bilmek, kankalarımın
dediği gibi alma-verme dengesinde “alma” kısmından ısrarla kaçınmak da benim
eksiklerim. 2025 yılında bunları -tamamen bırakamayacağım âşikar ama- azaltmak olsun
niyetim. Hadi inşallah..
Sadede gelecek olursak, Aralık Alfabesi yapacağız birlikte, başlayalım o halde!
A(ktaş) soyadım, 32 yaşıma kadar itinayla muhafaza edip, 18 yıl "Can" olarak devam ettiğim ve 3 yıldır yine benimle olan canım babamın soyadı..
B(abam) Başka türlü bi adamdı, çok özel, çok başka. Çok ama pek çok okuyan, her ne ise meşgul olduğu, o konuda çok bilgi edinip, yaptığı işin hakkını veren..
C(ayma) hakkımı her zaman cepte saklı tutuyorum. Evet, dün öyle istedim ama bugün caydım, n'olmuş? Dün brokoli, roka, kereviz ıyhh iken, bugün bu hissimden caymış ve bunları çok seviyor olabilirim.
Ç(ocuk) Onu bunu bilmem, her çocuk biricik elbette, çok da kıymetli ama çocuklarım başkasının çocuğu olsa çok kıskanırdım, o kadar diyim ;)
D(ünya) dediğin iki kapılı han. Aşık Veysel kadar güzel
tasvirleyenini biliyorsanız yazın, ben bilmiyorum. Bu iki kapılı handa,
neşeyle, coşkuyla, muhabbetle yürümek de mümkün, mızmızlanarak, şikayet ederek,
kendimize dünyayı dar ederek yürümek de..
E(sen) Ruhen ve bedenen sağlıklı, mutlu ve rahat demek. "Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" sorularının cevabı adımda gizli...
F(asulye) ama taze fasulye! Yanına domatesli pilav, yanına karpuz, miss.. En sevdiğim menü olabilir vallahi..
G(üzel) Gönül kimi severse, güzel odur demişler. Bir de tabii şey var, "Nesimi'ye sormuşlar, "O yar ile hoş musun?" "Hoş olayım, olmayayım, o yar benim kime ne?" dolayısıyla kimseye sormuyoruz kim güzel, kim değil, kim neden kiminle, herkes gönlünün çektiğiyle..
H(ayır) Elden geldiğince, karşındakini mahçup etmeden, yardım edenin ve edilenin kim olduğu bilinmeden..
I(lık) Ne sıcak, ne soğuk, bildiğin ılık.. En sevilesi bahar ayları..
J(ön) deyince de bi Tarık Akan, bi Kadir İnanır ;) Birine rahmet, birine acil şifalar olsun..
K(alan) Baba memleketim Dersim'in eski adıymış. Elif öyle dedi. Uğur da köydeki apartmanın adını ahşaptan "Kalan" yazdı. Görmesem de, gitmesem de çok gururluyum Dersimli olmaktan..
L(ahza) Şu an, içinde bulunduğumuz geçmişten ve gelecekten azade, o biricik zaman..
M(unis) Gittikçe munis insanları daha da çok seviyorum. Sakin, huzurlu, uyumlu, miss..
N(azarlık) Ah zor zamanlarımı atlatmamda büyük yardımı olan, en sevdiğim ve en terapili hobim.. Yaratıcılığımı en çok ortaya çıkaran alan..
O(hhorkera) Lazca da sevgi sözü :) Çok ama pek çok sevilene, çocuğa, bebeğe..
Ö(ykü) Sanki yaradan her birimize öyküler yazmış da onları canlandırmaya gelmişiz bu dünyaya. Kimi rolüne çok kaptırmış kendini, layıkıyla oynuyor, kimi elinin ucuyla..
P(es) etmek yok! Mmola vermek, bi durup soluklanmak, teneffüs var ama pes etmek yok hiç, devam..
R(üzgar) kırdı dalımı, ellerin günahı ne :) Sezen Aksu'dan dinleyin..
S(evda) ne güzel bir kelimesin sen, sihirli, latif..
Ş(iir) Ah şiir.. Ne çok seviyorum... Ahmed Arif en çok sanki :)
Eski Avluda
Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken,
Buldum buluşturdum kendime geldim.
Tek eksik sensin!
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem: İçimi açtım sana. İçini açmak için.
Birhan Keskin
T(evazu) Tevazu güzel elbette ama "Fazla tevazu kişinin kendi hakkına girmesidir." diye bi söz duyduğumdan beri çok da tevazu gösteremiyorum :)
U(mut) hep bâki..
Ü(züm) ama kokulu, Trabzon üzümü.. Köydeki asmadan ;)
V(azgeçiş) Zor ama insanı zincirlerinden ayıran o müthiş duygu. Vazgeçtikçe kendine yol alıyor insan..
Y(alova) Büyük aşkım, bana hep kucak açan güzel yuvam..
Z(enginlik) malla, mülkle, parayla değil, gönül zenginliğiyle, etrafındaki dostların çokluğuyla.. Bedeninin ve ruhunun sağlığıyla eş..
Muhabbetle..
Not: Harflerin ilk çağrıştırdığı kelimeyi yazdım hep, sonradan sonradan başka kelimeler geldi aklıma ama değiştirmedim ;)
Yeminle fenalık geldi şu “Güçlü kadın” imajımdan. “Sen çok güçlüsün!” sıklıkla duyduğum cümle ama yahu arkadaş başka şansım mı vardı? “Prenses” lafını bir kez bile duymamış bir çocuk, bir genç, bir yetişkin, bir “çok yetişkin” ne anlar prenseslikten, kırılganlıktan, güçsüzlükten. Anlamadığım bir şeyin numarasını da yapacak halim mi var ayol! Olduğum gibi, kendim gibi güçlü güçlü yaşadım, yaşıyorum. Bunun çok ayırdında olmadan, öyle mi, böyle mi hesabını yapmadan maddi ve manevi sahiden de güçlü yaşadım. E tabii güzel, te en baştan beri, kendi ayakları üzerinde duran, hep ama hep kendi parasını kazanmış ve harcamış bir kadın olarak ve dahi pek çok badireyi sırasıyla, aşama aşama bertaraf edip bugüne ermiş bir kadın olarak şu yaşımdan bildiriyorum ki, pek güzel, lakin yeter! Güçlüysem kendime güçlüyüm, bi de çocuklarıma. Sana değil, ona da değil. Kapiş? Bi de anka kuşu gibi küllerinden doğmak tabiri var ki, onu da başardım, yaptım evvelallah ama bir kez daha küllerimden yeniden doğmamaya and içtim, zira kül olmaya da yeniden doğmak için tüm o zahmetleri çekmeye de zerre miskal tahammülüm yok, bu da böylece biline..
Ve sanki bu devirde hoş bi sıfat gibi görünmekle birlikte, bu “güçlü kadın”a yapılan içten içe bi şey var. O “şey”in tam karşılığını diyemedim de şu anda 😉 “zulüm, terör, saldırı, şiddet” bunlar ağır kaçtıysa bi “üzerine gitme, darlama, zorlama, burnundan getirme” fiillerinden birini seç ve koy o “şey”in yerine ama illaki bi şey koy o boşluğa..
İmza: Prensesliği çok görülse de an itibariyle Kraliceliğini ilan eden arı 😊
Osman -Ayfer Tunç Dünya Bu Kadar -Mahir Ünsal Eriş Ayrılış-Çağan Irmak Son
dönemde okuduğum kitaplardan bahsedeyim biraz. Osman-ah kadersiz Osman- Kapak
Kızı (Okumadım diye hatırlıyorum) Yeşil Peri Gecesi (Okumuş idim yıllar evvel ve
çok da sevmiştim) üçlemesinin son kitabı. Kapak Kızı’nı Şebocum almış,
okuyacağım ve taşlar daha da yerine oturacak Osmancığımla ilgili.. Kitabın daha
ilk sayfasından Osman’ın talihsiz ölümü çok üzdü beni. Hatırlarsınız belki ona
hak ettiği uğurlamayı yapabilmek için söz verdim Osman’a ve çiçekler kuruttum
sayfa aralarında. 😊 Aşkın zaman zaman ne bela bi şey olduğunu, nasıl insanı
yakıp, küle döndürdüğünü, hayatı yaşamaktaki/sürdürmedeki seçimlerin te en
baştan başlayarak nasıl mühim olduğunu, baba parasının da illa bir gün
tükeneceğini, lükse harcandığında nasıl da hızla eriyip gittiğini görüyoruz net
bi şekilde. Peki bunlar Osmancığıma olan hislerimi değiştirdi mi? Asla, Osman
tatlıydı yahu, keşke böyle olmasaydı be Osman ama kader deyip geçelim de ama bi
de neydi sahi “Kader gayrete aşıktır”dı 😊 Dünya Bu Kadar, Mahir Ünsal Eriş’in
okuduğum ilk kitabı. Daha önce farklı bi kitabını vermişti Şebocum ama o zaman
niyeyse okuyamadım. Niye olduğu, daha doğrusu benden sebep olduğu belli aslında
da mevzu o değil şimdi 😉 Dünya Bu Kadar’ı bitirdiğimde kafam dünya kadar oldu
yeminle 😊) Çok hikaye, çok karakter, o onunla bağlantılı, bi sonrakinde öteki
ilk hikayedekiyle, sahi o kimdi, dur hatırlayayım şeklinde geçen bir kitaptı ki
severim böyle kitapları. Böyle lahana gibi katman katman açılan, açıldıkça
sürprizli kitaplar çok eğlenceli. Okuyacaklara tavsiye, hızlı okuyun, benim gibi
uzun zamana yaymayın ki bağlantı kopmasın hikayeler arasında. Bu arada hikaye
diyorum ama öyle aralarda ayrım yok, anlatıyorken birini, hop başka bi hikayeye
kesmeden devam. Güzeldi yahu, yeni kitaplarını okurum. Oku(ya)madağımdan
başlayarak 😊 Ayrılış, Çağan Irmak nasıl güzel anlatmış, ikiliğin zorluğunu ama
ayrılığın ondan da zorluğunu.. Siyam ikizleri mevzubahis ama esasen sen al bunu
hayata uyarla, ikinci bi beden gibi taşıdığımız, hem hep böyleymişiz, bir
dünyaya gelmişiz kadar içselleştirdiğimiz, bütünleştiğimiz ama hem de bize ait
olmadığını hep hissedip, bir an önce ayrılmak, kesip atmak istediğimiz ama bir
türlü yapmaya cesaret bulamadığımız o diğer yarımız. Hem feraha kavuşacak, tam
olacak gibi hissettiğimiz hem de ayrıldığımızda hepten yarım kalacağımıza
inandığımız, inandırıldığımız.. Batuhan ve Baturgan. Batuhan’ın tam da uyandığı,
anladığı yerde, canım Baturgan’ın gidivermesi.. Ahh.. Daha çok yazsın madem
Çağan Irmak. Ben de daha çok okuyayım artık. Evvelden nasıl çok çok
okuyorduysam, babamdan/kütüphanesinden nasıl gördüysem-ki onun kadar okuyabilmek
mümkün değil sanki- yine okuyayım güzelce, çünkü çook kitap var okunacak. İdolüm
de Şebnem elbette, güzel güzel, çok çok okuyan cancağzım Şebocum 😊 Keyifli
okumalar olsun hepimize, Muhabbetle.. Not: Yayın panelinde paragraf başı yapmayı
asla başaramadım, affola..
Saadet o kadar lâzım ki yaşayana;
Billâhi can verir uğrunda insan.
Hem o kadar boş ki mesud olmak,
Gün yüzü görmeden ölenlerin arkasından.
Özdemir Asaf “Sabaha Kadar” şiirinin şu kıtasında tam da
benim ruh halimi anlatıyor. Küçük, küçücük, anlık, belki de çoğu kimsenin yüzüne
bakmayacağı minicik mutluluklar bana dünyalar kadar geliyor ve verdiği mutluluk
seviyesi böyle tee arşa kadar çok zaman. Lâkin, içinde bulunduğumuz dünya (pandemiden
bu yana özellikle) ve dahi memleketimiz bizim bu küçücük, minicik mutluluklardan
sebeplenmemize çok mani.. Her sabah kahvaltı hazırlarken izlediğim NTV sabah
haberlerindeki (ki spiker Osman Girgin’e çok alkış!) şiddete dair haberler
bütün neşemi alıp götürüyor.
Sonra dalgalandım da duruldum halleri bütün gün. Neşelen,
mutlu ol ardından bi posta üzül, kederlen..
Ki tam da pandemiyle birlikte değişen hayatımda, “üç günlük
dünya, yaşayalım güzelce” kafasındayken bu kadar mı beter bir devre denk gelir
insan.
Yahu geri dönüp dönüp, yaşadığımız dar günler de dahil, bu
kadar genel bir ümitsizlik, karamsarlık,
bu kadar karanlık dönemleri hatırlamıyorum. Misler gibi yaşamışım meğer buradan
o zamanlara bakınca.
Tamam, Cuma mutlusu benim, Yalova dan sebep memleket
havalarıyla mutlu olan, köyde annemle/Elifle geçirdiğim zamanlardan, cümle akrabalarımla
yaşadığım anlardan, o çok sevdiğim dostlarımla bir araya gelmekten hepsinden son
derece memnun olan benim ama bi yanım da hep şiirin son iki dizesi..
İstiyorum ki, tam da Cahit Sıtkı’nın şu dizelerindeki gibi
memleket olsun..