Geçenlerde instagramda paylaştığım posta bi arkadaşımın yaptığı yorumdan
hareketle, o gün de yazdığım üzere, öte aleme geçmiş bazı özel kişiliklerden bahsederken
-di’li geçmiş zaman sanki haksızlık.. Arkadaşımın pek kıymetli annesi gibi babam
için de bu böyle. Geniş ama gepgeniş zamanlara layık çünkü bazı şahıslar.
Geçmişe hapsedilmemeli onlar. Bedenen
gitseler de, ruhen hep buradalar. Bu sebepten babamdan bahsederken, sanki yaşıyormuş
gibi cümlelerim hep. Biliyorum yanlış ama hiç “rahmetli” de diyemedim babama.
Dersem sanki sahiden gidiverecekmiş gibi hissediyorum.
Ölmek ne ki? Yunus Emre’nin felsefesindeyim ben. “Ölür ise
ten ölür, canlar ölesi değil..” Yaptığıyla, söylediğiyle, bıraktıklarıyla,
genlerinden bize geçenlerle, cennet bahçesiyle yaşıyor babam. Bahçesindeki
meyvelerden yiyen kuşun, böceğin, yazın bahçeye kadar gelen, ayının, çakalın,
tilkinin, domuzun rızkında babamın payı varsa, devri de daim olacaktır inşallah..
Bi özellik var babamdan bana geçtiğine inandığım ve belki de
ennn sevdiğim özelliğimdir bu. Kalenderliğim! Oluruna bırakma, geleni olduğu
gibi kabule gayretim, uzlaşmacı yapım, zamanla, yaşla, olgunlukla vardığım noktadaki
“Bu da geçer yaHu”culuğum.
“Hamdım, piştim, yandım”da sanki hamlık kısmını geçebildim
gibi hissediyorum çok şükür. Pişmek ve yanmak kısmet olur mu bilmem ama vardığım
noktada bildiğim iyi ki Dersim’li babamın kızıyım ben..