29 Eylül 2012 Cumartesi

NEHİR'DEN İNCİLER -HODAN EŞLİĞİNDE....

Dizilerden meslek ilhamı alan kızım, önce Sudan Bıkmış Balıklar dizisindeki esas kız gibi hukukçu olmak istedi,
"Avukat olmak istiyorum anne ben"
"Tamam kızım"
"Avukat ne demek anne?" :))
Sonra Hayatımın Rolü'ndeki Ela'nın mesleğine göz dikti.
"Anne ben iç mimar olmak istiyorum."
"Tamam kızım. Biliyo musun iç mimar ne iş yapar peki"
"Ev dekor eder anne" :)
"Evet annecim, iç mimar evin içini dekore eden kişiye denir"
"Peki dış mimar kime denir anne?" :)))

Ve bu sabah, "Barbie Pop Star" filmini izleyen Nehir, "Anne pop star ne demek?"
"Pop yıldızı demek kızım" "İyi anne ben büyüyünce pop star olucam"
"E kızım, önce avukat olmak istedin, sonra iç mimar, şimdi de pop star, nasıl olacak hepsi birden? "Of anne kafam karışıyo benim, büyüyünce karar vericem ben ne olacağıma" E en iyisi, bence de kuzum :)

********

Ayıcığını kimi zaman okula götüren (öğretmeninden nasıl izin aldıysa artık!)  kimi zaman Balina Teyzesine emanet eden Nehir, pes etmedi, vazgeçmedi hala ayıcık bağımlılığından. Geçen akşam birşeyler yazıyodu kendi kendine
"Ne yazıyorsun Nehir?"
"Balina Teyzenin cep telefonunu"
:))) "Neee, niye ki?"
"Okuldayken arıycam yarın Balina Teyzeyi, sorucam napıyo ayıcık diye!"
"Balina teyze cep tl" yazmış ama bildiğin çağrı merkezi numarası bu yahu ;))
Bilmem aradı mı bugün :)))




Balina Teyzeyi merak ettiniz di mi, çektim fotoğrafını sizin için  :) Bi bakın bakalım bu tipe insan hiç en kıymetlisini emanet edebilir mi :))
Şefkatini esirgeme ayıcıktan balina teyzeeee :)
Uyusun da büyüsün ayıcık ;)
Şimdi, aslında Nehir'e, bu ayıcığı bir an olsun elinden düşürmediği için, düşürdüğü anlarda da durmadan "Anneeee!!! Ayıcığım nerdeee?" diye feryat ettiği için kızsam da bir yandan da eğleniyorum çok :)))  Yalnız dün çok fenaaaa birşey geldi başımıza, verilmiş sadakamız varmış :(  Nehir ayıcığını istedi okuldan gelir gelmez, ben de buldum ve fırlattım Nehir'e doğru ama malesef zavallı ayıcık yere düştü!!! Evet evet ben yaptım bunu, maalesef ananesi olarak ben düşürdüm beyin üstü :(( Düştüğü andaki Nehir'in suratını görmeliydiniz, sinirlendi ama ne sinirlenmek, özür dilemeler, öpmeler, sarılmalar (tabii ki ayıcığa, tabii ki Nehir hanım emretmesiyle!) zor aldım gönlünü, hem Nehir'in hem ayıcığın :))) Zor işimiz yani, çoook zor, üç çocuklu bir anne gibiyim birkaç vakittir ;)

***********
Mutfakla meşgulken koşa koşa yanıma gelen Nehir "Anne melekler yemek yer di mi?"
"Nerden çıkarıyosun bunları kuzum, bilmem, yerler mi acaba?"
"Yerler tabii"
"Ne yerler peki kızım"
"Semizotu yerler" :))
Ah bi de sen yesen onu kuzum ;)

*********

Hodan
Hodan, İspit, Kaldırayak ve Lazcası da Burgi... İsmi çeşitli, kendisi lezzetli, ziyadesiyle de faydalı bir bitki bu...
Bizim köyün dağlarında bolca var, annemler mevsiminde topluyorlar, bana da vermişti, derin dondurucuda kıymetli gıda kontenjanından saklıyoruz ;) Dün akşam aklıma geldi, çıkarıverdim dolaptan, kavurduğum soğanlara ekledim, birlikte kavurdum tekrar, üstüne de  iki yumurta kırıverdim :) Süper.... Bilmem sizin oralarda var mı, pazarlarda satılır mı, unutmayın ilkbaharda bulursanız alın mutlaka... Hem sizi depresyondan da koruyacak bu mucizevi bitki! Valla! Ben Ahmet Maranki'nin yalancısıyım ;)
Bu da Oktay Usta'dan tarifi
Bakın bi nelere yarıyormuş...
Hodan bitkisinin faydaları:
*Öksürüğü keser.
*Balgam söktürür.
*Terletici ve ateş düşürücüdür.
*Soğuk algınlığı ve gribe karşı etkilidir.
*Solunum yolları hastalıklarına iyi gelir.
*Akciğer zarı yangılarını (satlıcan) azaltır.
*İdrar söktürücüdür.
*Kanı temizler.
*Emziren kadınlarda süt gelişini artırır.
*İdrara yollarını ve bağırsakları temizler.
*Cesaret artırıcıdır.
*Sakinleştirici özelliği vardır.
*Lapası yanık ve yaraları iyileştirir.
*İltihap ve enfeksiyonları temizler

28 Eylül 2012 Cuma

YENİ BİR CUMA GÜZELLEMESİ







Sabah Gülcan dedi ki "Bugün artık bi Cuma Güzellemesi bekliyoruz senden!" E yapalım dedim ben de...
Bugün Cuma, güzel cuma, tatlı cuma, canım canım cuma, kutlamalı di mi, güzel hislerimizi bildirmeli kendisine, şiirle şarkıyla kutsamalı!
Bir ben değilim değil mi cuma gününe ve özellikle de akşamına bunca kıymet veren, siz de öyle hissediyorsunuz değil mi, siz de en en en çok cuma akşamlarını seviyorsunuz, ertesi günü düşünmeden, ertesi gün tatil diye, uzuuuun uzun oturup keyfediyosunuz. Üstelik Yalan Dünya'mız da başlıyor bu akşam,  bergamutlu çaylarımızla, akşam alelacele çırpıverdiğimiz ıslak kekimizle değmeyin keyfimize....
Buyrun öyleyse, şiirli, şarkılı, bonuslu "Güzelim Cuma"mızı kutlamaya...




Aziz Nesin'in çok sevdiğim bir şiiri,  hayata benzer pencerelerden baktığımıza göre    bloğumu takip edenlerin muhtemelen bildiği "Arkadaşım Badem Ağacı" şiiri... (İtiraf ediyorum, bu cümleyi bu hale getirmek için 5 dakikadır uğraşıyorum lakin yine de olmadı, olduramadım, koyverdim kendi haline :) )

ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı 
Ben insanların 
Seni kandırır havalar 
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış 
Açarsın çiçeklerini 
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü 
Bir güler yüz bir tatlı söz 
Açarım yüreğimi hemen 
Yemişe durmadan çarpar seni karayel 
Beni karasevda 
Hem de bilerek kandırıldığımızı 
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza 
Koo desinler bize şaşkın 
Sonu gelmese de hiç bir aşkın 
Açalım yine de çiçeklerimizi 
Senden yanayım arkadaşım 
Havanı bulunca aç çiçeklerini 
Nasıl açıyorsam yüreğimi 
Belki bu kez kış olmaz 
Bakarsın sevdan düş olmaz 
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama 
Vur kendini sen de bu güzel havaya 
                                           
                                                    Aziz NESİN


Bu şarkı eski epeski bir şarkı, biz çocukkenden dinlediğimiz şimdilerde unutulmuş bi şarkı, bi bakar mısınız sese ve şarkının güzelliğine lütfen ama önce açın bi sesini ;)

http://www.youtube.com/watch?v=fs27lqolOgI&feature=related

CUMA BONUSU, ABLASI-KARDEŞİ...
 
 

27 Eylül 2012 Perşembe

FOTOĞRAF BİZE DEDİ Kİ 17

1- Top havuzu ;) Atayım topları teker teker, annem toplayıversin ;)
2- Etamin işi sardı beni...
 
 
Film izleyeyim azcık, ciddi ciddi ama Buz Devri de olsa izlediğim, gülmeyeyim hiç...

Çardak'tan, siyah üzüm, kokulu üzüm, canımm üzüm....

Ananenin küpelisi ve camgüzelisi...
 
Sen hiç merak etme Gönül Teyze, ben bitiricem panonu Allahın izniyle :)

Bremen Mızıkacıları...

Köyde pek mesuduz biz...

Sahra kuzusu, iyi ki doğdun...



Uyumadan önce azcık daha....


Bu resimleri böyle koymayı Semi'den öğrendim, teşekkürler Semicim...
 
 

 
 

 
 

 




26 Eylül 2012 Çarşamba

İZDİVACIMIZIN SENEYİ DEVRİYESİ MÜNASEBETİYLE....

Ne diyosun yahu! Oldu mu sahi o kadar, 9 bitti 10'a mı girdi evliliğimiz!!! Yok artık...
Sen senelerce bekle bekle, olmaz dediğin olsun, olsun da mucizen gerçek, başka iki mucizeyi de taşısın hayatına ;)
Nasıl şükretmeli seni bana verene, bu güzel aileyi bana bağışlayana, şükür ki bin şükür...
Kutlu olsun canımın içi...



Bin yıllık aşkıma, bin yıl daha...








9 yıl önce, bu davetiyeyle ;)....

25 Eylül 2012 Salı

BİR RESİM, BİR ŞİİR, BİR TÜRKÜ...

 Esen, Elif, Uğur
1980/Yalova
 
 
Bu resmi unutmuşum ben, daha doğrusu unutmuşuz, Uğur ve Elif de hatırlamadı ama üçümüzü de çok sevindirdi... Çok az olan çocukluk resimlerim çok kıymetli... Başka bir resmi ararken buldum albümlerin içinde, unuttuğum başka pek çok resimle birlikte :))
 Face'de paylaştım geçenlerde ama bir kez de buradan paylaşmak istedim, bloğumu face dışından takip edenler  için paylaşmak istedim...
1980 modasını, tamamı annemin ellerinden çıkan kıyafetlerimizle görsünler istedim ;)) Hafiften karizmayı sarsan bir resim olsa da ben çoook sevdim :) Üstündeki sarı lekeler de ayrı değer katmış resme....
 
***********
 
 
Bu şiiri de, kolejin 10. yılı anısına, canım Anadil Bölümü hocalarının hazırladığı  "80 Şair 80 Şiir" kitabından buldum, yine tesadüfen ama öyle çok öyle çok sevdim ki  daha önce hiç ratlamadığım  bu şiiri ezberleyip, hep aklımın bir köşesinde kalmasını istediğim şiirlerden biri seçtim. Sahi size demiş miydim, şiir çok severim ben diye ;)
 
Lütfen mor yazdıklarımı daha yüksek sesle ve vurgulu okuyalım :)
 
İKİ SES
 
Dışardan herkes: Görmemiş ol, savuş…
İçimden bir ses: Konuş! Konuş! Konuş!
Dışardan herkes: Böyle uslu, yavaş…
İçimden bir ses: Savaş! Savaş! Savaş!
Dışardan herkes: Tıkırında işin…
İçimden bir ses: Düşün! Düşün! Düşün!
Dışardan herkes: Bugüne uy, barın…
İçimden bir ses: Yarın!.. Yarın!.. Yarın!..

Behçet Kemal ÇAĞLAR

*********

Neşet Ertaş da göçtü yalan dünyadan, çok üzüldüm, hastalığını biliyodum ama ölmesin diye dua ediyodum, kötü haber bu sabah geldi, rahmetle....

 "Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin"
http://www.youtube.com/watch?v=HTHyAXU8Q4Q

24 Eylül 2012 Pazartesi

HAVUÇLU/KAYISILI/TARÇINLI KEK YAPIYORUZ...

Kek yapalım mı, ben dün yaptım, bildiğiniz kek, bu sefer hazır kek unla yaptım, kutusunun içindeki havuçlu tariften kopya çektim, kuru üzüm diyordu orda ben kuru üzümümüz olmadığı için  içine suda bekletip minik minik doğradığım kuru kayısıları (8 adet kadar) ekledim (kayısıları Malatya'dan Fahriye Ablamız getirdi. Bize çoook iyi geldi Fahriye abla :) ) 2 çay kaşığı kadar tarçın da koydum, tarifte 4 yumurta diyodu ben 3 yeter dedim, 1,5 bardak şeker diyodu ben 1,25 yeter dedim, 125 gram margarin diyodu, ben yarım su bardağı sıvı yağ yeter dedim ama onun dışındaki her söylediklerine uydum :) 1 su bardağı süt, 1 paket vanilya, 2 su bardağı kekun, 2 havuç rendeledim koydum... Önce tabii ki yumurtalarla şekeri çırptım, Ali Deniz yardım etti çırpmama, o tuttu mikseri, yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz, mutlu, gururlu, büyük insan havalarında :)))
Süper oldu :) Çocuklar da çok sevdi, ceviz koymak istedim ama azcık koyabildim ;( Baktım ki ceviz kavanozunun dibinde 4 parça ceviz kalmış, kocam yemiş yemiş, hepsini yedi demesinler diye de  göstermelik azcık bırakmış :(
Kekimiz güzel oldu dedim ama az daha telef oluyordu, sabahtan kahvaltıya aşağıdaki gördüğünüz ekmeklerden yapmıştım fırında, dolayısıyla fırının ayarı 180 deydi, kek için fırının  fişini takınca hala aynı derecede olduğunu düşündüğümden kontrol etmedim :( Etseymişim keşke, hangi arada bilmem Ali Deniz gitmiş değiştirmiş ayarını 250'ye getirmiş ve ben keki fırına koyarken görmemişim,  ilk 10 dakikada kekin üstü kömür olmuş :( Derhal olaya el koydum, dereceyi düşürdüm. Ve verilmiş sadakam varmış ki, sabah markete giden kocam evde kalmayan alüminfolyoyu almış getirmiş :) Üstünü kaplayıverdim kalıbın bir güzelce, "Gittiii caaanım kek" diye de üzüldüm ama bişey olmamış, üst kabuğunu çıkarınca (ki incecikti zaten) kalıptan da güzelce çıkarıverince oldu mu sana Havuçlu/Kayısılı/Tarçınlı Kek...
Kalıptan kolay çıksın diye güzelce margarinla yağladıktan sonra kalıbı, siz de benim gibi un serpiyo musunuz?

Havuçlu, kayısılı ve dahi tarçınlı kekimiz, bergamutlu çay eşliğinde...

Fırında kahvaltılık ekmeğimiz, ben en çok zeytinle seviyorum bu ekmekleri...

Gelelim diğer işlerimize, etamin yapıyorum, Dilara'nın annesi Gönül'e, örneğini Etsy'deki şu adreste bulduğum etamin bir pano işliyorum amma velakin aşağıdaki resimde görüldüğü üzere,  bücür Ali Deniz bırakmıyor, her seferinde koşup elimden alıyor :(
Dün öğlen uyuyunca rahat rahat yaparım dedim ama Ali Deniz kıyametleri kopardı uyuyamak için ve uyumadı da, huysuzluk edip durdu, Nehir'in elinde ne görse istedi, ben "Ver kızım" demekten bıktım, Nehir vermekten, en son elindeki yazar kasayı almak için ağlayınca Ali Deniz, Nehir: "Anne biliyorum şimdi bunu da ver diyceksin ama vermiycem, banane" dedi, ben de hiç sesimi çıkarmadım, koyverdim kendi hallerine, 1 dakika geçti geçmedi, Nehir: "Al Ali Deniz al, bağırma yeter ki, ağlama, bıktım senden" deyip verdi :))
Akşam 21.30 oldu hala direniyor Ali Deniz, yerlere atıyo kendini uyumamak için, zar zor kucağıma alıp, Ali Kemal' in emziğinden  başlayıp, saçma sapan ne kadar mevzu varsa arka arkaya sıralayıp, onun "hı?" "hııı" sesleri arasında serseme döndürüp çocuğu, uyuttum sonunda....
Etaminin son halini de göstereyim aşağıda, azimliyim, bu hafta bitiricem inşallah, çıkmadın candan umut kesilmez Gönüüüülll ;)

Ne var ki iğneyi batırmakta!

Ben bitireyim bari ;)

Kuşların biri bitti gibi, arkadaşını da yaptım mı tamamdır :)

23 Eylül 2012 Pazar

KADİM SANAT EBRU....

Once Upon a Time (Bu cümleyi çok seviyorum ben ;) )- Evvel Zaman İçinde; sene 2000, Vezneciler'deki, Balkan Türkleri Dayanışma Derneği'nin Ebru Kursu'ndayım.
Resim namına bütün okul hayatı boyunca bir varlık gösteremeyen, yaptığı resimlerden sadece birini hocasına beğendirebilen ben, o ne cüretse artık ebru sanatını öğreneyim diye kursa gittim... Suya yapıyorsun ya hani resmi, kalem yok ya elinde hani, belki beceririm diye düşünüp gittiğim kursta, nasıl vurulmuşsam artık ebruya tam 2 yıl boyunca, her hafta sonu gittim geldim  kursa... Öğrenme aşaması çoktan bitti ama ben bırakamadım kursu iki yıl boyunca, çünkü ebru teferruatlı, ölçülerin iyi ayarlanması gerektiğinden biraz nazlı, evde yapılması zor, geniş alan isteyen, pek çok malzemesi olan bir sanat... Çok ama çok sevdiğim için de her hafta sonu hiç üşenmeden, aksatmadan gittim, Enes hocamın talebesi oldum...  Çok sevdim ebruyu ama öd kokusunu ayrı tutuyorum, bi onu sevmedim ama o bet kokuya rağmen yaptım ya helal olsun bana :))
Her hafta sonu kursiyerden biri hazırlardı kitreyi evde, kurs günü doldurup büyük bir pet şişeye götürürdük kursa. Bir keresinde, önceki geceden hazırladığım, balkonda tuttuğum bir kova dolusu güzelim kitreli suyu annem kirli su sanıp balkona dökmesin mi? Kalp krizi geçiriyordum nerdeyse :)
Pek çok ebru  hediye ettim o dönemde sevdiklerime, kendime sakladığım ebrularım da evimi süslüyor... Düğün davetiyemizi de seçtiğim kendi ebru desenimden yaptırmıştık hatta, gösteririm onu da yakında size ;)
Aşağıdaki resimler kurs günlerinden...
Canınız çektiyse eğer, aklınızda vardıysa da tereddütteydiyseniz eğer, fırsatınız da varsa tabii eğer, mutlaka gidin, öğrenin bu kadim ve kutsal sanatı, çok sevecek ve ayrılamayacaksınız. Ben tekrar kavuşacağımız günü hasretle bekliyorum...

Balkan Türkleri Dayanışma Derneği Ebru Kursu

Enes Çimen hocanın talebeleri....
Aşağıdaki fotoğraflar da kolejde çalışırken, Resim öğretmenlerimizden canım Meryem Çalıkoğlu hocamın  benim ebrularımla hazırladığı sergiden, benim çıraklığına bile erişemediğim, kendi çapımda birşeyler yapmaya çabaladığım  ebrularımdan tuttu sergi hazırladı, teveccüh gösterdi...  Selam olsun ona da, bana Ebru'yu sevdiren Enes Çimen hocama da...



24 Eylül büyük usta Zeki Müren'in ölüm yıldönümüymüş, az önce gazeteden okudum, onunla kapatalım mı?
Rahmetle....
http://www.youtube.com/watch?v=kuRyCSPsgP8&list=ALHTd1VmZQRNqS-5sUgvCQWmdRgvfPPGWF&index=6&feature=plcp

21 Eylül 2012 Cuma

BİR ÇARDAK HİKAYESİ


Fotoğraflardan ilhamla yaptığım bir posttur bu, buyrun öyleyse...
Sene 2003
Annemler köyde evi yaparken çardağın ilk hali böyleydi, dün tesadüfen buldum bu fotoğrafı, Geçenlerde asmadan Ali Deniz üzüm koparırken fotoğrafını koymuştum ya hani (bkz. aşağıdaki resim) dedim bunu da koyayım da 10 yılda nasıl yoktan var olmuş, üstelik bir de artık üstündeki asmaları, üzümleri taşıyamaz hale gelmiş bizim çardak, nasıl güzelleştirmiş bahçemizi bi görelim istedim...
"Sabır ile koruk helva olur " diye boşa dememişler, oluyor işte, etrafımızdaki pek çok şey bunun ispatı değil mi...  2003 yılında babamın diktiği meyve fidelerinin hepsi meyve veriyor, bahçe ağaç ve yeşillik içinde... Her mevsim bize vereceği bir meyve mutlaka var...
Aşık Veysel'in dediği gibi  toprak bizim sadık yarimiz...
Ellerine sağlık baba, çorak ve üstelik de bayır bir toprak parçasını bunca cennete çeviren ellerine sağlık...
Bin yıl yaşa ki bin yıl sürsün cennetimiz....

Sene 2012

Nasıl bir siyah üzümsün sen böyle, kokulu, tatlı, misssss......


Gölgeni de ver bize ey asma, ver ki altında Bahtiyar nefeslensin, yoruldukça atsın kendini senin altına,  biz yandıkça gölgene sığınalım...


En çok, bahçeden çocuklar birşeyler yediğinde seviniyorum, satılan hiçbir organik bizimkilerin yerini tutamaz çünkü....


20 Eylül 2012 Perşembe

NEHİR'DEN....

Başlıktan bağımsız olarak, öncelikle size söylemeyi unuttum, ilk kez İstanbul'daki bir hamama gittim ben! Biliyosunuz hamam delisiyim, tam da bu yazıda anlatmıştım size hamam sevdamı ve sizlere de hamam kültüründen bahsetmiştim :) Termal'deki bizim güzelim Köylü Hamamı'ndan gayrı bir hamam da beni kesmez sanıyordum ki yanılmışım. Aysel'in tavsiyesiyle, Nehir ve Sahra'yı da alarak gittiğimiz evimizin dibindeki tarihi Valide Atik Hamamı kesti valla beni :)) Tamam bizimkinin çeyreği kadar büyüklüğü, tamam ortada havuzu da yok, tamam aslanağzı da yok ama iyi bi kesecisi var, bir de üstüne masaj yaptı ki sormayın, beğendim ben, köye sık gidemediğim zamanlarda misal ayda bir gibi giderim bu hamama, size de tavsiye ederim, Üsküdar civarında oturanlar denesin bence...

Bizim evin dibinde, arka tarafında Kaşif Kalkavan Çamlıca Musiki Derneği var (link vermiyoruz-veremiyoruz sevgili blog okurum, bloğumuzu ağırlaştırıyormuş malum ama buna mukabil bak senin için ismini tam yazdım, kopyala yapıştır gogikle :)) ) her önünden geçişte Nehir'i buraya versek de bi enstrüman öğrense (ben mi? ben çok kabiliyetsizim bu konuda,  nota bile bilmem, isteyip de yapamadıklarımı çocuğum yapsın istediğimden değil ama valla ;))) dedik durduk  ama bir yıl boyunca faaliyete geçemedik, kısmet bugüneymiş... Nehir'in sınıftan birkaç arkadaşıyla başvurduk, sınavı da geçti (ritm tutmak suretiyle müzik kulağına baktılar) önümüzdeki haftadan itibaren, cumartesileri bir saat gidecek inşallah... Ve tabii inşallah sever, keyif alır, uzun ömürlü olur...
Nehir çok heveslendi, bundan 1 ay kadar önce bilgi almaya gittiğimizde hoşuna gitti bu fikir, eve dönerken "Anne bana şimdiden alın da kemanı, kurs başlayana kadar öğret bana daha iyi olur" "Kızım keman mı biliyorum ben, nerden öğreteyim?" "Bilmiyo musun anne, e o zaman babam öğretsin"  :))) "Annecim tamam baban mesleğine ek olarak ünlü bir keman virtiözü aynı zamanda, ünü dünyayı tutmuş ama senin yakının birinden değil kurstaki hocandan öğrenmen daha doğru, daha etik" demedim tabii, güldüm sadece ;)
Şimdi burda bir parantez açıyorum- ki uyarıyorum sizi bu parantez epey bir büyük olacak:

Hafta sonlarını değerlendirmek, çocuğun gelişimine katkıda bulunmak, "Allah zihin açıklığı versin" duamıza ek olarak, zihin açıklığını arttırmaya yönelik, akademik (pek bi havalı oldu bu kelime de burda ama başka bişey bulamadım!) bir takım kurslara mı  (misal matematik, misal İngilizce) göndermeli (Şimoş gibi, Sahra gibi), yoksa bizim yaptığımız gibi yüzme (ki geçen kış gittiği Burhan Felek'teki yüzme kursu, çocuğu yüzmeden soğuttu resmen, elindeki uzun çubukla, havuza girmeden, kenardan yüzme öğreten asabi kadın öğretmen sayesinde!), keman gibi daha az zamanlı, daha zihin zorlamayıcı (bu da acayip bi kelime oldu, kabul!) şeylere mi yollamalı? Bunlara yollayınca öbürkülere yollamayınca vicdan yapmamaya söz mü vermeli? Demeli ki,"Zaten çocuğum hafta içi sabahtan akşama okulda, bir de hafta sonunu derslerle harcatmamalı, günah çocuğa mı demeli?" Ben öyle diyorum ama şimdilik böyle diyorum, bu dediğimden dönebilme hakkımı saklı tutuyorum ;)




Son yazıda söylemiştim ya size Nehir'in  küçük ayıcığından ayrılmadığını (ki ispatı üstteki resimdir!)  okula giderken evde bırakıyor ama Ali Deniz'in oyuncak balinasına  emanet ediyor, gündüzleri baksın ayıcığına diye :)) Bunu büyük bir ciddiyetle yapıyor, karşısına alıp balinayı resmen tembihliyo, bu nasıl bir hayal gücüdür kuzuuuu, sorunca da,  canlı sanıyomuş ayıcığı (bunu söylerken de bi duygusallaşıyo ki sormayın!)
Dedi ki dün sabah okula giderken, portmantoya bırakıp vedalaştığı ayıcığı için  "Anne ayıcığımı balina teyzesine götürür müsün, onunla duracak" "Tamam kızım" dedim lakin, sabah sabah telaşla unuttum küçücük, zavallı ayıcığı :( Kalıvermiş akşama kadar portmantonun üstünde aç-bilaç :)) Akşam okul dönüşü bıraktığı yerde görünce kızdı tabii kuzu "Anne niye vermedin Balina Teyzesine" "Kızım verdim, bütün gün onunlaydı da, sen geleceksin diye, seni karşılasın diye buraya koydum yine" "Aaa, iyi yapmışsın anne" :))) Annelik pratik zeka da gerektiriyo galiba ya da uydurma gücü, kıvırma kuvveti de diyebiliriz :))))

17 Eylül 2012 Pazartesi

YALOVA VE TERİBIL TUUU...

Gittik geldik hayırlısıyla, gidişimiz değil de dönüşümüz muhteşem oldu :))
Giderken 20.15 olan sefer saatinin son saniyesine kadar değerlendirdik vaktimizi, İstanbul trafiğinde geçirelim, napıcaz erkenden iskeleye gidip, heyecan olsun biraz dedik, kapakların kaldırılmasına 30 saniye kala yetiştik ve feribota  bindik şükürler olsun! Yerimize yerleşiyoruz ki, Nehir: "Anne saat kaç?" "Kızım dur bi yerleşelim, geberdim zaten koşturmaktan, napıcaksın saati" şeklinde agresif anne modunda, Nehir elinde yaklaşık bir aydır sımsıkı tuttuğu, asla ve kat'a ayrılmak istemediği,  minicik ayığını göstererek, "Yemek saati gelmiş mi diye ayıcığın" :)))))) Güldüm tabii, bırak şimdi ayıcığı da bi kendimize gelelim, yedirirsin sonra :))) Yedirdi de nitekim, amma benim bücür oğlum yemeklerden birini kaybedince, bir kriz de orda yaşadık, aradık, taradık, uçtu mu bu meret! Bulduk sonunda, minicik yemeği (kemik şeklinde iki santimlik bir oyuncak ama Nehir bisküvi diyor :) ) kotumun kıvrık paçasına gizlenmiş :)))

Gittik, güzel güzel geçirdik tatilimizi, Cumartesi Ali Deniz'i uyutup, Nehir'i de kankası Şevval'le oynarken bırakıp, firar ettim :)))




Liseden kızlarla buluştuk, 3 saat oturduk, konuştuk, güldük, bolca lise hatıralarımızı konuşup, bolca da dedikodu yaptık o yıllara dair :)) Ne büyük özgürlükmüş, yanında çocuğun olmadan üç saat geçirmek, ne büyük de lüks :)




Hava çok güzeldi, çocuklar bahçede oynadı, payımıza düşen son incirleri yedik, asmadaki siyah güzelim kokulu üzümlerden yedik, en çok da Ali Deniz yedi, minicik elleriyle, alçak dallardan kopardı ve götürdü :) (Evet evet yıkamadan!) Resimledim ben de bu anları, güzel oldu bu tatil, taaa ki dönüşe kadar!




 Kocam olmadığı için, iki çocukla birazcık eziyet oldu :( Lakin kendimi hazırlamıştım dönüş yoluna çıkmadan, dedim ki, "Zor olacak, baştan kabulllen, bu güzelim iki günün hatrına da sık dişini, mıymıylanma hiç boşuna Esen" dedim ama beklediğimden bir parça daha zor oldu Ali Deniz sayesinde :( Feribota binerken, Ali Deniz kucağımda, koca çanta omzumda; Nehir'in elinden tutarken ve insanüstü bir çaba içerisindeyden, Ali Deniz'in bir çocuğun elinde gördüğü cips paketi felaketimiz oldu, çocuk kalabalığa karışıp kayboldu ama hasarı fena oldu bizim için, o andan itibaren Ali Deniz krize girdi, güç bela çıktık salona ama Ali Deniz'i tutmak ne mümkün, ille aşağı inecek, ne dediysem kar etmedi, susmadı, ortalığı birbirine kattı, bütün salon bizi dinledi ve izledi :( Muhtemelen (ki bakışlara yansıyan buydu!) "Bu ne yahu, bütün yol senin çocuğunun ağlamasını mı dinliycez, cık cık cık... Bak çocuğuna bi terbiye verememiş kadın" dediler içlerinden...
Duymazdan ve görmezden geldim tabii etrafı ;) Ve bu yaşımda şunu anladım ki çocuklarla inatlaşmayacaksın (hele 2 yaş bunalımındaki bir çocukla asla!) orta yol bulmaya çalışacaksın, kesinlikle uzlaşacaksın... Gönül ister ki hep bizim dediğimiz olsun :)))) ama çocuklarımız da oyuncak bebek olmadıklarına göre, bir karakter geliştirdiklerine göre, koyun gibi yetişen çocuklarımız olsun istemediğimize göre, yapılabilir şeylerse, çok saçma sapan değilse istekleri uzlaşmak en iyisi... Yemek konusunda çok işe yaradığını söyleyebilirim bu tavrın, misal Nehir yemek konusunda çok mızmız olduğundan ve genelde tabağındakileri bitiremediğinden, "Anne doydum, yemek istemiyorum artık" dediğinde "Tamam bitirme ama iki kaşık daha ye" dediğimde, söz dinliyor... Bunca açıklamadan sonra demek istediğim ben Ali Deniz'i onca merdiveni indirip- yanımda Nehir'le elbette, arabaların arasında bir müddet elinde cips olan çocuğu aradık, bulamadık ama yine de çıkmak istemedi oğlum, yine ağladı, yine kıyameti kopardı, sonra sakinleşti, ablasıyla tost yedi, denize baktı, kenardaki demirde sallandı, oynadı... Ecnebilerin "Terrible Two" diye çok güzel ifade ettiği İlk "2 yaş krizimiz" böylece geçti gitti, dilerim devamı gelmez...




 4 saatlik yolculuk sonrasında güzel evimize kavuştuk ve anladık ki biz evimizde çooook mesuduz ;)


14 Eylül 2012 Cuma

İSTANBUL SAKLASIN BENİ :)

Yemek yaptık, tatlı- börek vs. yaptık, sergi bile açtık  ama bi konuşamadık şöyle rahat rahat :)

Aklımdan geçenler var, anlatayım, söyleyeyim dediklerim, lakin bir türlü yazıya dökemedim bunları...

Bağlanmak bir yere, orda kalmak, kıpırdamamak, ya da uzaklaşmadan çabuk çabuk geri dönmeklere dair...

Hani yurtdışı seyahatlari planlarlar, sürekli gitmek isterler, hani misal Elif Şafak sendromunda olanlar, bir yerlere bağlı kalamayanlar, sürekli ev-mekan değiştirmek isteyenler, bir yere kök salamayanlar...
Ben şaşıyorum onlara, biraz da -kıskançlıkla- şaşıyorum, çünkü bende de bir yerlere gidememe, ayrılmak istememe durumları mevcut... Sanıyorum ki yabancı bir ülkeye gidersem, orda yaşamak zorunda kalırsam, boğulurum, yutar beni o ecnebi elleri... Bırakın yurtdışını Yalova'dan İstanbul'a taşındığımızda bile neredeyse depresyona girecektim, istemedim hiç, seçme şansım da yoktu zaten ama hep bir geri döndüm-dönücem umuduyla geçti buraya yerleştikten sonraki birkaç sene. Bunda Yalova'nın küçük bir ilçe (o zamanlar ilçeydi, İstanbul'a bağlı, herkes Bursa'ya bağlı sansa da!) olmasının, evden çıkınca, şehir içindeki en uzak mesafeye yürüyerek yarım saatte ulaşmanın rahatlığı ve elbette trafiğe, arabaya mecbur kalmadan dilediğince gezebilme özgürlüğünün olmasının da payı büyüktü... Gördüğün yüzler hep aşina olduğun ya da tanıdığın yüzlerdi...
Öyle çok üzülmüştüm ki, çok az kişinin bildiği bir sırrımı anlatırsam daha iyi anlarsınız belki beni ;)
İstanbul'a taşınmışız, yaz gelmiş, e yaz gelince de Yalova'ya atmışım kendimi (ki öyle çok şaşırmıştım ki ilk yıl, çalışanlara senelik izin olmasına, senelik izinlerde herkesin tatil planı yapmasına, sıcak tatil yerlerine akın etmesine), izin bitmiş malesef İstanbul'a dönüş için vapura binmişim... Nasıl sıkıntılıyım, nasıl üzgün ve nasıl da bedbaht :( Vapurun balkonunda oturuyorum, yanımda da bir arap adam (evet o dönemlerde de bol miktarda varlardı, şimdi olduğu gibi) Böyle bond çantalı 40-45 yaşlarında bir adam, ben o 2,5 saatlik yol boyunca tırnaklarımı nasıl yediysem sıkıntıdan (halen yiyorum ama çok daha nadir :) ) adam dayanamadı, açtı bond çantasını veeeee...... :(( Uyuz adam tırnak makası uzattı bana :( Sinir olduğum bir anıdır, öküz adam nolcak! Derhal yanından kalkıp, mıntıka değiştirdim tabii onu bütün öküzlüğüyle başbaşa bırakarak :))

Şimdi hani bazen yurtdışına yerleşiyorlar ya insanlar, mecburi ya da keyfi, hadi bırakın onu, Türkiye'nin bi ucuna gidiyolar ya, ben dua ediyorum ki benim başıma böyle bişey gelmesin...  Kıraç'ın dediği gibi "İstanbul Saklasın Beni" yani, sonra da geldiğim yere, yani doğduğum, büyüdüğüm, kimi mutlu, kimi mutsuz anılarımın dolu olduğu, Yalovama postalayıversin......

Bu akşam Yalova'ya gidiyoruz çocuklarla, üstelik kocam olmadan, birlikte gitmeyi planlamıştık ama onun aniden hafta sonu için çekimi çıkınca, kaldık çocuklarla başbaşa.. Taaa pazara kadar köydeyiz yani biz, havalar bozmadan azcık daha keyfini çıkaralım, dostlarla buluşalım, görüşelim, anlatırım yine size...

Güzelim cuma aşkınaaa..... Alttaki güzelim kuşlar da bu yazının bonusu olsun size :))


13 Eylül 2012 Perşembe

FOTOĞRAF BİZE DEDİ Kİ 16



Tatil bitmeden kankam Sena'yla buluştuk, oyunlar oynadık ama zaman yetmedi, yettiremedik...

Okullar açılsa, arkadaşlarıma kavuşsam...

Gönül'de, 1-C'nin güzel anneleriyle...

Kınaya getirdiler ama benden başka erkek yok! Yanlış geldim galiba...

Aysel Teyzeeee, naptın?

Giyindik, süslendik, püslendik...

Çocuk kahkahası!

Güzel ablaların arasında ama yer yanlış gibi sanki, gelin-damat masasında...

Kınayı getir aneeeeyyyyy :)))

Bu kırmızı duvakları bekar kızlar takarmış, ne gam! Taktık, oldu da sanki :))

Kırmızı duvaklı kuzu, bütün çocukların hayali midir telli duvaklı gelin olmak, çocukları bilmem ama annelerin öyle, telli duvaklı gelin olarak görmek kızlarını...

Altın Kızlar :)

Çınar ben sana öğretirim abicim ;)

Annem ütü yapıyo, e ben de yaparım ablamın ütüsüyle ;)

Layloncu geldi haaanımmmmm......

:)))

Dolma saran annemin ensesinde...




Traş oldum, ömür boyu mu sürecek bu işkence, durmadan traşa gidiyorum, ağlıyorum ağlıyorum ama kâr etmiyo, üstüne üstlük gelir gelmez de banyo işkencesi :((


Afiyet olsun kuzular...

Sahra'dan 2013 kış modası...

Kütüphanede rastladım bu kıymetli kitaba...




Özdemir Asaf'ın imzalı kitabı, bağışta bulunmuş sanırım sahibi...  Sene 1957...

Bunlar da var...

İlginizi çekebilecek bağlantılar.