Canım Aşure ayı geldi sevgili okur. Şükür kavuşturana..
Ayrıntılı tarifi her yıl yeniden yeniden vermek gelenek oldu..
Bu yıl da bozmayalım geleneği, hiç bilmeyenlerle aşuremizi yapalım. Hiç tereddüt etmeyin ilk kez deneyecekler ve eminim sonraki yıllarda da mutlaka yapacaksınız güzelce aşurelerinizi..
Öyleyse buyrun bakalım, Allah kabul etsin şimdiden..
**********************************************
Anlatmaya başlıyorum sevgili okur, hem de bana anlatılmasını istediğim gibi çok ama çok ayrıntılı anlatacağım, kulak ver bana şimdi sen :)
Buğdayı, nohutu ve kuru fasulyeyi ayrı tencerelerde (ki buğday koyduğumuz tencere ana tenceremiz olacak o yüzden ne büyük tencereyi seçelim) güzelce yıkayıp, geceden suya bastırıyoruz. Ertesi sabah (işe gidenler için söylüyorum azcık erken kalkmak lazım bu işlemler için ama öyle çok değil, yani seni caydırmasın bu durum sevgili okur!) bir taşım kaynatıp bırakıyoruz ki akşama kadar iyice şişsinler ;)
İşten gelince, yani 8-9 saat kadar sonra da aşağıdaki tarife göre pişiriyoruz aşuremizi :)
Aşure, hep, zahmetli, yapılması zor bir tatlı gibi gelir ya insana, siz o düşüncelerinizi bir kenara atıp, deneyin bu sene, yapması uzun zamana yayılan ama aynı zamanda da çok zevkli ve sonucu da enfes bir tatlı olacak. Hem sen beni bilirsin Sevgili Okur, o kadar zor olsa ben her sene Muharrem Ayı'nda en az üç kez yapar mıydım hiç???
Benim yaptığım aşurelerin malzemesi böyle ama siz damak tadınıza göre pek çok şey daha ekleyebilirsiniz aşurenize...
Bunlar geçen seneki aşurelerim :)
AŞURE
Malzemeler:
Hazırlanması:
Böyle güzel kavanozlara koy yaptığın aşureleri, hediye et etrafındaki sevdiklerine, bak nasıl mutlu oluyorsun aşureleri hediye ettiğin kişilerden daha ziyade sen :)
|
20 Eylül 2018 Perşembe
AYRINTILI AŞURE TARİFİ BURADA...
6 Eylül 2018 Perşembe
BABAM...
Annem, benim doğduğum gün konusunda tereddütlü. 25 yaşıma kadar falan hep 12 Eylül dedik ama sonra baktım ki kimlikteki daha güzel bi tarih, 12 Ekim'i kabul ettim doğum günüm olarak. Zahide teyzenin düğününde kırk günlükmüşüm. Dayımın kızı Zekiye ile de aramızda 40 gün varmış, e bu durumda 12 Ekim olmalı. Çok da önemi yok ama esasen Başak burcu olmayacağım da gün gibi ortada. Hem çok rahat hem de biraz pasaklı diyeceğim ayıp olacak, titizlikten uzak bir tip olarak Teraziyim ben kesin.
Sonra annem benim günün hangi vaktinde doğduğumu da hatırlamıyor. Yalnızca o değil, hiç kimse de.. Ne tuhaf, tamam, ablam Elif'le aramızda yalnızca 18 ay olabilir, aklın karışık olabilir ama sabah mı, akşam mı, gece yarısı mı, ne zaman doğurduğunu bilmez misin be anne :( Bilmiyor. Onu bırak adımı kimin koyduğu bile net değil. Anneme göre Emine Yenge, Neriman Teyzeye göre de, kendisi.. Zaten anneme de hiç benzemiyorum. O beyaz tenli, kıvırcık saçlı, lazların özelliklerinde bir kadın. Neredeyse diyeceğim ki evlatlık alındım da annem doğurmadı beni ama Allahtan babamın kızıyım ben. Ten rengim babam, burnum babam, alnımın ortasındaki saçlarımın çıkış şekli gibi. Kürtlerin özelliklerindeyim :)
Babam gitti. Mayıs ayının 3. günü, basit bir safra kesesi ameliyatına girdi. Anneme demiş ki, çağırma çocukları bu kadarcık ameliyat için köye gelirler sonra. Ben de öğle arasında gittim zaten. Göya ameliyattan çıkmış olacaktı da, ben babamı uyanmış görecektim. Son görüşüm yoğun bakımda, uyurken oldu. Doktor hatası ile gitti babam. Safra kesesini, karaciğerinden ayırırken ana damarı kesmiş, dikememiş doktor. Başka hastaneden prof ve doç. çağırmış ama onlar da bi şey yapamamış. Dedi ki, "iki gün içinde vefat edecek, karaciğeri iflas etti." sonraki konuşmada "yarın" dedi ve sonra bi baktık ki o gün, ameliyattan çıktından 5 saat sonra gidiverdi babam. Uyurken.. Acısız, zahmetsiz. Kendisi için şahane, tam da istediği gibi. Bizim için...
Doktora çok kızdık ama babam gitmeden iki gün önce rahmetli amcamı gördüm rüyamda, güldü, el salladı bana. Yani doktor sadece vesileydi belki. Babamın gidesi belliydi muhtemelen...
Başka türlüydü babam, telefon eder, benden eski bi kitap isterdi mesela, baskısı tükenmiş, eski bir kitap. Ben de ne yapar, eder, kütüphanelerden, sahaflardan arar bulur yollardım, sevinirdi.
Nisan ayında doktora öğrencilerinden biri bir kalem getirdi bana hediye, beyaz çok güzel bir tükenmez kalem. Onun hemen ardından, belki bir iki gün sonra da, Tuncelili bir başka doktora öğrencisi, organik kuru fasulye. Ben de hem kalemi hem de fasulyenin bir kısmını babama :) Annem pişirmiş, yemiş, çok da sevmiş memleketinin fasulyesini. İnsan böyle şeylerden mutlu olur mu, ben oluyorum işte. İyi ki... Çok şükür...
Babamdan kalanları sayayım size, 12 eylül döneminde sırf sendikacı diye yattığı 1,5 yıllık hapislik (Kenan Evren ve her kimse sorumluları hakkım helal değil!) , hapiste işkenceler ve tüberküloz nedeniyle çıkışında 6 aylık Heybeliada Senatoryumu (sonrasında yakalandığı, atlattığı ve bir kez daha yakalandığı kanserin kökeninde de hep o yıllar bence!) .. Yıllarca çok sevdiği işçi sınıfı için mücadele, dar zamanlar. Ama bunlara mukabil okumak, bolca, aralıksız okumak, yazmak, şiir, solculuk, işçilerin haklarını korumak, darda olana hep yardım etmek, çok araştırmak, çok öğrenmek, öğretmek. Çiftçilik, arıcılık, bütün ağaçların dilinden anlamak, tavukçuluk, bir çorak toprağı cennete çevirmek. Bıraktığı kitaplar, o çok sevdiği dolma kalemler, tespihler bize, bahçesindeki çiçeklerin polenleri, ağaçların meyveleri arılara, kelebeklere, börtü böceğe miras.
Gülün canı varsa, incirin, armudun, dutların, hepsinin canı varsa, o canın içinde değil mi babamın ruhu!
Bahçesinin tam karşısındaki tepede yatıyor şimdi, oradan her gün bakıyor, görüyor, izliyor..
Annemi de pek çok seviyorum ama ben babamın kızıyım.. Yalnızca bu dünyada değil her iki cihanda da öyle olacak, elbet bir gün buluşacağız..
Diyeceğim o ki, geldik gidiyoruz. Gittikten sonra geriye kalanlar mühim olan. Kimlere dokunduk, kimler arkamızdan neler düşünüyor (Yok "söylüyor" değil!). Somut nedir mirasımız. Var mı insan, hayvan, bitki, herhangi birine bir katkımız... İnşallah biz de, babam gibi dünyaya dokunmaya, iyileştirmeye, güzelleştirmeye gelenlerden olalım...
Razıyım senden baba, inşallah sen de benden razı olmuşsundur..
Sonra annem benim günün hangi vaktinde doğduğumu da hatırlamıyor. Yalnızca o değil, hiç kimse de.. Ne tuhaf, tamam, ablam Elif'le aramızda yalnızca 18 ay olabilir, aklın karışık olabilir ama sabah mı, akşam mı, gece yarısı mı, ne zaman doğurduğunu bilmez misin be anne :( Bilmiyor. Onu bırak adımı kimin koyduğu bile net değil. Anneme göre Emine Yenge, Neriman Teyzeye göre de, kendisi.. Zaten anneme de hiç benzemiyorum. O beyaz tenli, kıvırcık saçlı, lazların özelliklerinde bir kadın. Neredeyse diyeceğim ki evlatlık alındım da annem doğurmadı beni ama Allahtan babamın kızıyım ben. Ten rengim babam, burnum babam, alnımın ortasındaki saçlarımın çıkış şekli gibi. Kürtlerin özelliklerindeyim :)
Babam gitti. Mayıs ayının 3. günü, basit bir safra kesesi ameliyatına girdi. Anneme demiş ki, çağırma çocukları bu kadarcık ameliyat için köye gelirler sonra. Ben de öğle arasında gittim zaten. Göya ameliyattan çıkmış olacaktı da, ben babamı uyanmış görecektim. Son görüşüm yoğun bakımda, uyurken oldu. Doktor hatası ile gitti babam. Safra kesesini, karaciğerinden ayırırken ana damarı kesmiş, dikememiş doktor. Başka hastaneden prof ve doç. çağırmış ama onlar da bi şey yapamamış. Dedi ki, "iki gün içinde vefat edecek, karaciğeri iflas etti." sonraki konuşmada "yarın" dedi ve sonra bi baktık ki o gün, ameliyattan çıktından 5 saat sonra gidiverdi babam. Uyurken.. Acısız, zahmetsiz. Kendisi için şahane, tam da istediği gibi. Bizim için...
Doktora çok kızdık ama babam gitmeden iki gün önce rahmetli amcamı gördüm rüyamda, güldü, el salladı bana. Yani doktor sadece vesileydi belki. Babamın gidesi belliydi muhtemelen...
Başka türlüydü babam, telefon eder, benden eski bi kitap isterdi mesela, baskısı tükenmiş, eski bir kitap. Ben de ne yapar, eder, kütüphanelerden, sahaflardan arar bulur yollardım, sevinirdi.
Nisan ayında doktora öğrencilerinden biri bir kalem getirdi bana hediye, beyaz çok güzel bir tükenmez kalem. Onun hemen ardından, belki bir iki gün sonra da, Tuncelili bir başka doktora öğrencisi, organik kuru fasulye. Ben de hem kalemi hem de fasulyenin bir kısmını babama :) Annem pişirmiş, yemiş, çok da sevmiş memleketinin fasulyesini. İnsan böyle şeylerden mutlu olur mu, ben oluyorum işte. İyi ki... Çok şükür...
Babamdan kalanları sayayım size, 12 eylül döneminde sırf sendikacı diye yattığı 1,5 yıllık hapislik (Kenan Evren ve her kimse sorumluları hakkım helal değil!) , hapiste işkenceler ve tüberküloz nedeniyle çıkışında 6 aylık Heybeliada Senatoryumu (sonrasında yakalandığı, atlattığı ve bir kez daha yakalandığı kanserin kökeninde de hep o yıllar bence!) .. Yıllarca çok sevdiği işçi sınıfı için mücadele, dar zamanlar. Ama bunlara mukabil okumak, bolca, aralıksız okumak, yazmak, şiir, solculuk, işçilerin haklarını korumak, darda olana hep yardım etmek, çok araştırmak, çok öğrenmek, öğretmek. Çiftçilik, arıcılık, bütün ağaçların dilinden anlamak, tavukçuluk, bir çorak toprağı cennete çevirmek. Bıraktığı kitaplar, o çok sevdiği dolma kalemler, tespihler bize, bahçesindeki çiçeklerin polenleri, ağaçların meyveleri arılara, kelebeklere, börtü böceğe miras.
Gülün canı varsa, incirin, armudun, dutların, hepsinin canı varsa, o canın içinde değil mi babamın ruhu!
Bahçesinin tam karşısındaki tepede yatıyor şimdi, oradan her gün bakıyor, görüyor, izliyor..
Annemi de pek çok seviyorum ama ben babamın kızıyım.. Yalnızca bu dünyada değil her iki cihanda da öyle olacak, elbet bir gün buluşacağız..
Diyeceğim o ki, geldik gidiyoruz. Gittikten sonra geriye kalanlar mühim olan. Kimlere dokunduk, kimler arkamızdan neler düşünüyor (Yok "söylüyor" değil!). Somut nedir mirasımız. Var mı insan, hayvan, bitki, herhangi birine bir katkımız... İnşallah biz de, babam gibi dünyaya dokunmaya, iyileştirmeye, güzelleştirmeye gelenlerden olalım...
Razıyım senden baba, inşallah sen de benden razı olmuşsundur..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bunlar da var...
İlginizi çekebilecek bağlantılar.