17 Aralık 2024 Salı

TERAZİ SORUNSALI!

 Bende karışan sınırlar! Sınırımı koruyamamak esas derdim. Fazla nezaketi başka türlü anlıyor insanlar ama kahretsin ki bi teraziyim ben ve nezaket üzre kurulu hayatım 😉 Ben nazik davrandıkça da karşı tarafa yansıyan/algılanan nezaketten başka bir şey oluyor.

Terazilerin “sonsuz” şahane özelliğinin yanında, ender olumsuz özelliklerinden biri flörtöz olmak diye bilinir hep ama bunu canım  Meral (ki aşağıdaki kare ve diğer güzel kareler hep onun eseri) “Teraziler flörtöz değil. Nezaketlerini karşı taraf flört olarak algılıyor.” diyerek çok güzel tahlil etmişti geçen yıl ve ben de “Vayy, tam olarak bu!” demiş, o anda da aydınlanmıştım...

Bununla birlikte, zaman zaman fazlaca nazik olmak da benim kendimde en şikayet ettiğim şey. İtiraz edememek, dur diyememek, sabrım taşana kadar bekleyip sonrasında gemileri yakmak falan filan..

Fazla güvenmek, herkesi kendin gibi bilmek, kankalarımın dediği gibi alma-verme dengesinde “alma” kısmından ısrarla kaçınmak da benim eksiklerim. 2025 yılında bunları -tamamen bırakamayacağım âşikar ama- azaltmak olsun niyetim. Hadi inşallah..

 


6 Aralık 2024 Cuma

ALFABE

Güzellikler Defteri'dir bu postun ilham kaynağı :) Onun ilhamı da Sadece C'nin Yaşamın Tortusu daha da geri gidecek olursak -sanıyorum- esas kaynak şurada :) 
Sadede gelecek olursak, Aralık Alfabesi yapacağız birlikte, başlayalım o halde! 
 A(ktaş) soyadım, 32 yaşıma kadar itinayla muhafaza edip, 18 yıl "Can" olarak devam ettiğim ve 3 yıldır yine benimle olan canım babamın soyadı.. 

B(abam) Başka türlü bi adamdı, çok özel, çok başka. Çok ama pek çok okuyan, her ne ise meşgul olduğu, o konuda çok bilgi edinip, yaptığı işin hakkını veren.. 
C(ayma) hakkımı her zaman cepte saklı tutuyorum. Evet, dün öyle istedim ama bugün caydım, n'olmuş? Dün brokoli, roka, kereviz ıyhh iken, bugün bu hissimden caymış ve bunları çok seviyor olabilirim.
Ç(ocuk) Onu bunu bilmem, her çocuk biricik elbette, çok da kıymetli ama çocuklarım başkasının çocuğu olsa çok kıskanırdım, o kadar diyim ;) 
D(ünya) dediğin iki kapılı han. Aşık Veysel kadar güzel tasvirleyenini biliyorsanız yazın, ben bilmiyorum. Bu iki kapılı handa, neşeyle, coşkuyla, muhabbetle yürümek de mümkün, mızmızlanarak, şikayet ederek, kendimize dünyayı dar ederek yürümekte..
 
E(sen) Ruhen ve bedenen sağlıklı, mutlu ve rahat demek. "Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" sorularının cevabı adımda gizli... 
F(asulye) ama taze fasulye! Yanına domatesli pilav, yanına karpuz, miss.. En sevdiğim menü olabilir vallahi..
G(üzel) Gönül kimi severse, güzel odur demişler. Bir de tabii şey var, "Nesimi'ye sormuşlar, "O yar ile hoş musun?" "Hoş olayım, olmayayım, o yar benim kime ne?" dolayısıyla kimseye sormuyoruz kim güzel, kim değil, kim neden kiminle, herkes gönlünün çektiğiyle.. 
H(ayır) Elden geldiğince, karşındakini mahçup etmeden, yardım edenin ve edilenin kim olduğu bilinmeden.. 
I(lık) Ne sıcak, ne soğuk, bildiğin ılık.. En sevilesi bahar ayları.. 
İ(kram) mühim, misafire, gelene ikramda kusur etmemek, güzel ağırlamak anne/babamdan miras.. 
J(ön) deyince de bi Tarık Akan, bi Kadir İnanır ;) Birine rahmet, birine acil şifalar olsun..
K(alan) Baba memleketim Dersim'in eski adıymış. Elif öyle dedi. Uğur da köydeki apartmanın adını ahşaptan "Kalan" yazdı. Görmesem de, gitmesem de çok gururluyum Dersimli olmaktan.. 
L(ahza) Şu an, içinde bulunduğumuz geçmişten ve gelecekten azade, o biricik zaman.. 
M(unis) Gittikçe munis insanları daha da çok seviyorum. Sakin, huzurlu, uyumlu, miss.. 
N(azarlık) Ah zor zamanlarımı atlatmamda büyük yardımı olan, en sevdiğim ve en terapili hobim.. Yaratıcılığımı en çok ortaya çıkaran alan.. 
O(hhorkera) Lazca da sevgi sözü :) Çok ama pek çok sevilene, çocuğa, bebeğe.. 
Ö(ykü) Sanki yaradan her birimize öyküler yazmış da onları canlandırmaya gelmişiz bu dünyaya. Kimi rolüne çok kaptırmış kendini, layıkıyla oynuyor, kimi elinin ucuyla.. 
P(es) etmek yok! Mmola vermek, bi durup soluklanmak, teneffüs var ama pes etmek yok hiç, devam.. 
R(üzgar) kırdı dalımı, ellerin günahı ne :) Sezen Aksu'dan dinleyin..
S(evda) ne güzel bir kelimesin sen, sihirli, latif.. 
Ş(iir) Ah şiir.. Ne çok seviyorum... Ahmed Arif en çok sanki :) 

Eski Avluda

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken, 
Buldum buluşturdum kendime geldim. 
Tek eksik sensin! 
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim, 
Ve işte en geniş cümlem: İçimi açtım sana. İçini açmak için. 

Birhan Keskin 

T(evazu) Tevazu güzel elbette ama "Fazla tevazu kişinin kendi hakkına girmesidir." diye bi söz duyduğumdan beri çok da tevazu gösteremiyorum :) 
U(mut) hep bâki.. 
Ü(züm) ama kokulu, Trabzon üzümü.. Köydeki asmadan ;) 
V(azgeçiş) Zor ama insanı zincirlerinden ayıran o müthiş duygu. Vazgeçtikçe kendine yol alıyor insan.. 
Y(alova) Büyük aşkım, bana hep kucak açan güzel yuvam.. 
Z(enginlik) malla, mülkle, parayla değil, gönül zenginliğiyle, etrafındaki dostların çokluğuyla.. Bedeninin ve ruhunun sağlığıyla eş.. 

Muhabbetle.. 

Not: Harflerin ilk çağrıştırdığı kelimeyi yazdım hep, sonradan sonradan başka kelimeler geldi aklıma ama değiştirmedim ;)

4 Aralık 2024 Çarşamba

SENSİN GÜÇLÜ KADIN!

Yeminle fenalık geldi şu “Güçlü kadın” imajımdan. “Sen çok güçlüsün!” sıklıkla duyduğum cümle ama yahu arkadaş başka şansım mı vardı? “Prenses” lafını bir kez bile duymamış bir çocuk, bir genç, bir yetişkin, bir “çok yetişkin” ne anlar prenseslikten, kırılganlıktan, güçsüzlükten. Anlamadığım bir şeyin numarasını da yapacak halim mi var ayol! Olduğum gibi, kendim gibi güçlü güçlü yaşadım, yaşıyorum. Bunun çok ayırdında olmadan, öyle mi, böyle mi hesabını yapmadan maddi ve manevi sahiden de güçlü yaşadım. E tabii güzel, te en baştan beri, kendi ayakları üzerinde duran, hep ama hep kendi parasını kazanmış ve harcamış bir kadın olarak ve dahi pek çok badireyi sırasıyla, aşama aşama bertaraf edip bugüne ermiş bir kadın olarak şu yaşımdan bildiriyorum ki, pek güzel, lakin yeter! Güçlüysem kendime güçlüyüm, bi de çocuklarıma. Sana değil, ona da değil. Kapiş? Bi de anka kuşu gibi küllerinden doğmak tabiri var ki, onu da başardım, yaptım evvelallah ama bir kez daha küllerimden yeniden doğmamaya and içtim, zira kül olmaya da yeniden doğmak için tüm o zahmetleri çekmeye de zerre miskal tahammülüm yok, bu da böylece biline.. Ve sanki bu devirde hoş bi sıfat gibi görünmekle birlikte, bu “güçlü kadın”a yapılan içten içe bi şey var. O “şey”in tam karşılığını diyemedim de şu anda 😉 “zulüm, terör, saldırı, şiddet” bunlar ağır kaçtıysa bi “üzerine gitme, darlama, zorlama, burnundan getirme” fiillerinden birini seç ve koy o “şey”in yerine ama illaki bi şey koy o boşluğa.. İmza: Prensesliği çok görülse de an itibariyle Kraliceliğini ilan eden arı 😊

25 Kasım 2024 Pazartesi

OSMAN, DÜNYA BU KADAR, AYRILIŞ..

Osman -Ayfer Tunç Dünya Bu Kadar -Mahir Ünsal Eriş Ayrılış-Çağan Irmak Son dönemde okuduğum kitaplardan bahsedeyim biraz. Osman-ah kadersiz Osman- Kapak Kızı (Okumadım diye hatırlıyorum) Yeşil Peri Gecesi (Okumuş idim yıllar evvel ve çok da sevmiştim) üçlemesinin son kitabı. Kapak Kızı’nı Şebocum almış, okuyacağım ve taşlar daha da yerine oturacak Osmancığımla ilgili.. Kitabın daha ilk sayfasından Osman’ın talihsiz ölümü çok üzdü beni. Hatırlarsınız belki ona hak ettiği uğurlamayı yapabilmek için söz verdim Osman’a ve çiçekler kuruttum sayfa aralarında. 😊 Aşkın zaman zaman ne bela bi şey olduğunu, nasıl insanı yakıp, küle döndürdüğünü, hayatı yaşamaktaki/sürdürmedeki seçimlerin te en baştan başlayarak nasıl mühim olduğunu, baba parasının da illa bir gün tükeneceğini, lükse harcandığında nasıl da hızla eriyip gittiğini görüyoruz net bi şekilde. Peki bunlar Osmancığıma olan hislerimi değiştirdi mi? Asla, Osman tatlıydı yahu, keşke böyle olmasaydı be Osman ama kader deyip geçelim de ama bi de neydi sahi “Kader gayrete aşıktır”dı 😊 Dünya Bu Kadar, Mahir Ünsal Eriş’in okuduğum ilk kitabı. Daha önce farklı bi kitabını vermişti Şebocum ama o zaman niyeyse okuyamadım. Niye olduğu, daha doğrusu benden sebep olduğu belli aslında da mevzu o değil şimdi 😉 Dünya Bu Kadar’ı bitirdiğimde kafam dünya kadar oldu yeminle 😊) Çok hikaye, çok karakter, o onunla bağlantılı, bi sonrakinde öteki ilk hikayedekiyle, sahi o kimdi, dur hatırlayayım şeklinde geçen bir kitaptı ki severim böyle kitapları. Böyle lahana gibi katman katman açılan, açıldıkça sürprizli kitaplar çok eğlenceli. Okuyacaklara tavsiye, hızlı okuyun, benim gibi uzun zamana yaymayın ki bağlantı kopmasın hikayeler arasında. Bu arada hikaye diyorum ama öyle aralarda ayrım yok, anlatıyorken birini, hop başka bi hikayeye kesmeden devam. Güzeldi yahu, yeni kitaplarını okurum. Oku(ya)madağımdan başlayarak 😊 Ayrılış, Çağan Irmak nasıl güzel anlatmış, ikiliğin zorluğunu ama ayrılığın ondan da zorluğunu.. Siyam ikizleri mevzubahis ama esasen sen al bunu hayata uyarla, ikinci bi beden gibi taşıdığımız, hem hep böyleymişiz, bir dünyaya gelmişiz kadar içselleştirdiğimiz, bütünleştiğimiz ama hem de bize ait olmadığını hep hissedip, bir an önce ayrılmak, kesip atmak istediğimiz ama bir türlü yapmaya cesaret bulamadığımız o diğer yarımız. Hem feraha kavuşacak, tam olacak gibi hissettiğimiz hem de ayrıldığımızda hepten yarım kalacağımıza inandığımız, inandırıldığımız.. Batuhan ve Baturgan. Batuhan’ın tam da uyandığı, anladığı yerde, canım Baturgan’ın gidivermesi.. Ahh.. Daha çok yazsın madem Çağan Irmak. Ben de daha çok okuyayım artık. Evvelden nasıl çok çok okuyorduysam, babamdan/kütüphanesinden nasıl gördüysem-ki onun kadar okuyabilmek mümkün değil sanki- yine okuyayım güzelce, çünkü çook kitap var okunacak. İdolüm de Şebnem elbette, güzel güzel, çok çok okuyan cancağzım Şebocum 😊 Keyifli okumalar olsun hepimize, Muhabbetle.. Not: Yayın panelinde paragraf başı yapmayı asla başaramadım, affola..

15 Kasım 2024 Cuma

Halimiz, ahvalimiz..


Saadet o kadar lâzım ki yaşayana;
Billâhi can verir uğrunda insan.
Hem o kadar boş ki mesud olmak,
Gün yüzü görmeden ölenlerin arkasından.

Özdemir Asaf “Sabaha Kadar” şiirinin şu kıtasında tam da benim ruh halimi anlatıyor. Küçük, küçücük, anlık, belki de çoğu kimsenin yüzüne bakmayacağı minicik mutluluklar bana dünyalar kadar geliyor ve verdiği mutluluk seviyesi böyle tee arşa kadar çok zaman. Lâkin, içinde bulunduğumuz dünya (pandemiden bu yana özellikle) ve dahi memleketimiz bizim bu küçücük, minicik mutluluklardan sebeplenmemize çok mani.. Her sabah kahvaltı hazırlarken izlediğim NTV sabah haberlerindeki (ki spiker Osman Girgin’e çok alkış!) şiddete dair haberler bütün neşemi alıp götürüyor.

Sonra dalgalandım da duruldum halleri bütün gün. Neşelen, mutlu ol ardından bi posta üzül, kederlen..

Ki tam da pandemiyle birlikte değişen hayatımda, “üç günlük dünya, yaşayalım güzelce” kafasındayken bu kadar mı beter bir devre denk gelir insan.

Yahu geri dönüp dönüp, yaşadığımız dar günler de dahil, bu kadar genel bir  ümitsizlik, karamsarlık, bu kadar karanlık dönemleri hatırlamıyorum. Misler gibi yaşamışım meğer buradan o zamanlara bakınca.

Tamam, Cuma mutlusu benim, Yalova dan sebep memleket havalarıyla mutlu olan, köyde annemle/Elifle geçirdiğim zamanlardan, cümle akrabalarımla yaşadığım anlardan, o çok sevdiğim dostlarımla bir araya gelmekten hepsinden son derece memnun olan benim ama bi yanım da hep şiirin son iki dizesi..

İstiyorum ki, tam da Cahit Sıtkı’nın şu dizelerindeki gibi memleket olsun..

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

 

Muhabbetle..



21 Ekim 2024 Pazartesi

53 Yaş Hatırası

 Günaydın, 


Bu fotoğraflarım, blogda da kalsın. 

Adını da 53 yaş hatırası koyalım bu postun. Aslında "53 yaş meydan okuması" olsun dedim ama hayatta meydan okuduğum hiç olmadı sanki. Olduğum gibi öylece, tatlı tatlı yaşıyorum bu hayatı ama esasen şu fotoğraflara bakınca 53 yaşına henüz basmış bi kadın da görmüyorum laf aramızda ;) Hem neydi sahi, sayılarla işimiz yoktu di mi artık :) Ne yaş, ne kilo, ne boy, ne de başka sayılar. Zaten sayılarla aram evvel ezel olmadı hiç. Matematikten bu kadar bihaber olmak belki de bu hayatta en üzüldüğüm konu. Geçen yıl öğrendim ki, disleksinin bir çeşidi olan "diskalkuli" -bilhassa matematik öğrenme güçlüğü-  özel öğrenme güçlüğüymüş ve bütün belirtileri de bende mevcut. Onu geçelim şimdi, morlara odaklanalım biraz ;) 

Geçen hafta sonu, Yalova Koruköy kumsalında Meralciğim çekti. 1,5 yıl önce de böyle tatlı fotoğraflar çekmişti ama bunlar daha bi havalı oldu sanki ;) 

Çekim günü hava bi açtı, bi kapadı, bi esti, bi yağdı ama neticede güzel kareler çıktı ortaya.. Üşüdüm de çok fotoğraf  çekilirken, hatta eve gidince kendimi hastalanıyor gibi hissettim ama -hayatımda ilk kez- gidip bi kelle paça çorbası içtim şifa olsun diye ve o mis gibi çorba iyi etti beni :) 

Muhabbetle... 

Not: Devamı geldikçe ekleyeyim yeni fotoğrafları :) 













23 Mayıs 2024 Perşembe

NAİM, REHA, TİMUR VE SAİRE..

 

Naim, Reha ve Timur (ya da timör) bugünkü mevzu. Bu sezon Türk dizilerini izleyenlerle ve bu isimleri bilenlerle devam edeceğiz konuşmanın bundan sonrasına 😉

Olabildiğince kısa anlatmaya çalışacağım, akşam Sandık Kokusu’nu izlerken ve sonrasında yastığa kafamı koyduğumda düşündüğüm şeyleri..

Naim tam bi şerefsiz! Zira karısıyla birlikte yaşadığı eve imam nikahıyla -güya- evlendiği kadını getirmesinin başka bir izahı yok. Bununla birlikte eşi Meryem’i, çalışmaya gittiği evdeki doktor Levent’le ilişkisi olmakla suçluyor.

Reha tam bi haysiyetsiz! Zira karısının en yakın arkadaşıyla ilişkisi varken, boşandıktan sonra karısının bir başka erkekle birlikte olmasını asla kabullenmediği gibi istiyor ki Karsu, boşanmış da olsa, ona sadık kalsın..

Timur tam bi kibir abidesi ve hadsiz! Zira karısını upuzun yıllar aldatıyor ve sevgilisinden bir çocuğu oluyor, buna rağmen, boşanma aşamasındaki Bahar’ı bırakmak istemediği gibi doktor Evren’le kendisini aldatmakla suçluyor.

3 adam da hem karnım doysun, hem pastam dursun modunda ve üçünden de kurtulmak çok zor. Kadınlar kendilerine yeni bir hayat kurmada, hayata yeniden ve yeniden başlamada, küllerinden yeniden doğmada mahirler ama neden sürekli bu tür zor ve çetrefilli işler hep kadına kalıyor? Bi sormak lazım, neden erkekler tarafından kül haline getiriliyor kadınlar ve neden küllerinden yeniden doğmak zorunda kalıyor? Ya da şöyle sorayım, bırakın dizileri, bakın etrafınıza, duyduklarınıza, boşanmalarda en çok zarar gören, mağdur edilen/olan kadınken neden erkekler için daha kolay hayatın kalanını idame ettirmek?

Bu sezon seyrettiğim üç dizide de güçlü kadınlar ve şerefsiz kocalarının çok gerçek ama esasen senaryodan ibaret hikayeleri bana bunları düşündürdü dün gece ve sinirlendim de çok..

Allah cezanızı versin Naim, Reha ve Timör, bi düşün şu güzelim kadınların yakasından yahu 😉

15 Mayıs 2024 Çarşamba

DEĞİŞİM/DÖNÜŞÜM

 


Önce/Sonra

İki fotoğraf arasında  var 3 yıl…

Bu fotoğraf değil ama 2,5 yıl kadar önce bir başka fotoğrafta kendimi ilk kez bu kadar kilolu görünce aydım ve hemen spor salonuna yazılmaya-vazgeçmeyeyim diye de yıllık üyelik yaptırarak- karar verdim.

Esasen ilkinde 3 yaş daha genç bir kadın var ama öyle görünmüyor sanki, tam tersi gibi di mi 😉

3 yılda varmadım bu noktaya, o kadar uzun sürmedi, 2 yıldır böyleyim neredeyse. Sandığınızdan daha hızlı ve daha kolay. Spora başladığımın 6. Ayında 7 kilo vermiştim zaten. Sonrasında biraz daha oynadı kilom, arttı bi miktar ama aksatmadan 2,5 yıldır devam ettiğim sporun verdiği sıkılaşma bâki kaldı. Diyet yok hiç bu arada. Ömür boyu ol(a)madığı gibi şimdilerde de yok ama biraz ekmek/makarna/pilav/börek eksildi hayatımdan. Kahvaltıda da yok ekmek, akşam yemeğinde de. Hafta sonu kahvaltılarında ve Yalova’da anne kahvaltılarında var ama 😊

Benim hayatım denge üzerine kurulu, yemek ve spor da dengede. Hafta içinde biraz daha dikkatle ve sporla, hafta sonunda gönlümce yediklerimi dengeliyorum.

Zayıflamak insanın hareket alanını genişletiyor. İstediğin gibi giyinmek bonusu ama esas önemlisi  verdiği sağlık hissi. Belin tutulmuyor, sırtın ağrımıyor, bunlar da spor ve bence daha çok da pilates sayesinde.

Ve bir de, troidimin tamamına yakınının alınmış olmasından sebep kemiklerime iyi bakmam lazım. Üstelik 3 teyzemde de maalesef kemik erimesi olduğundan ileriki yaşlara yatırım yapmam gerekiyor. Hipotroidi hastaları metabolizmaları  yavaş çalıştığından kilolu olur diye bir algı var ama ikinci fotoğraftaki 52 yaşındaki kadın yalanlıyo sanki bunu 😉 İtibar etmeyiniz yani bu tür genellemelere…

Sadece zayıflamak da değil ikinci fotoğrafın sebebi. Hayatın rotası tamamen değiştiğinde yani bi bakıma rota yeniden oluşturulduğunda, yüklerden kurtulmak, bi bakıma küllerinden yeniden doğmak, gücünün farkına varmak da insanın enerjisini değiştiriyor. O dinginlik ve huzur neticesinde “Sana ne oldu böyle”li cümleler de çok oluyor. Zaman zaman anlatıyorum yaşadıklarımı, değişimimi, biliyorsunuz çoğunuz..

Geçenlerde arşivde bi fotoğraf ararken, 3 yıl kadar önce köyde dut silkelerken çekilen ilk fotoğrafa rastlayınca şaşırdım bi. Sonra, fotoğrafa rastladığım gün çekilen ikinci fotoğrafı, kolaj yapıp, kankalarımla olan iki ayrı  watsapp grubunda paylaştığımda kızlar inanamadı ve çok tebrik ettiler beni 😊

Ben de kendimi tebrik edeyim şimdi “Afferin kız sana, böylece dewamke” 😉

Yaşlanmak değil mesele, yaşlanacağız elbet ama güzelce yaşlanalım, sağlıkla inşallah. Bunun için de en çok kendimize yatırım yapalım elden geldiğince..

Sadece kankalarımla paylaştığım bu fotoğraflar size de ilham olsun harekete geçin. Her ne iyi gelecekse, oradan başlayarak değişin, dönüşün. Hem astrologlar da boğa burcundaki yeni ayın bunun için en doğru zaman olduğunu söylemiyorlar mı? “Uranüs sarsarak değiştirir, yeniler uyandırır.” diyor aysinaltun

“Uyanma vakti geldiyse bir uyandıran olur elbet! Kimine hızır, kimine uçan kuş, kimine biten ot... Kimine açan çiçek, kimine akan su, kimine dilsiz taş...” Tapduk Emre

 

Muhabbetle…

27 Mart 2024 Çarşamba

GEÇİNMEYE GÖNLÜN VAR MI?

 

Ne kadar geçim ehlisin? Annenle babanla, kardeşlerinle, komşularınla, iş arkadaşlarınla, eşinle, dostunla geçinmeye ne kadar gönlün var? Orta yolu bulmaya mı uğraşırsın yoksa habire yan çizip, mızıkçılık mı yaparsın? Bi senden, bi benden mi dersin yoksa hep senden mi? Ezcümle geçim ehli misin?

Evlilikleri, aşkı, ilişkileri bin yıl sürdüren geçim ehli olmak değilse ne? Bakın eskilere -yok yenilere çok bakmayalım şimdilik 😊- mecburen, şartlardan sebep süren evlilikleri ya da ilişkileri saymıyorum ama böyle huzurla süren, kendi rutininde, kendi rotasında usul usul upuzun yıllar devam edenlerde hem kadın hem erkek geçinmeye gönlü olan kimseler.

Şuna benzetebilir miyiz biraz bu ilişkileri; diyelim denizde sandaldasın. Sen ve eşin ya da sevgilin sırayla asılıyorsunuz küreklere, bi sen, bi o. Sen darlandın, yoruldun denizin dalgasından, küreklerin ağırlığından, dedin sevgiline “Yetti gari, gücüm tükendi!” O vakit, o her zamankinden daha fazla asılacak küreklere, senin yükünü de sırtlanacak ve bi müddet, sen “tamam, gücüm de, moralim de yerine geldi! Yettim sevgilim” dediğinde birlikte asılmaya devam. Ya da tam tersi, artık kim ne kadar bunalmaya meyyalse diğeri hemen o boşluğu dolduracak ama gönüllü yapacak bunu, zoraki değil. Yükleri yüklenecek, yorulacak ama günü geldiğinde “ E ama yani,  sen de ne yaptın ki, her şeyi de bana bıraktın” demeyecek. Ne diyecek peki, “Bak ne güzel, ne tatlı tatlı yürüttük bu sandalı bunca yıl. Birbirimize omuz vere vere, dalgaya, rüzgara soğuğa rağmen, daha da sırtımız yere gelmez bizim..”

Bilmiyorum tabii, böyle anlatıyorum ama belki de başka türlüsü de var makbul olan.. Ben böylesini diledim hep ama başarılı olamadığım(ız) ortada.. Siz başaranlardan olun dilerim 😉

Bi de şey gibi değil mi sanki, zamane ilişkilerinde erkeklerde hep bi “karşının taksisi” havası 😊)) Yabancı, acemi, bir an önce kendi yakasına kaçma çabasında, ilk çıkmazda, köprüden önce son çıkışı görmezden gelip, adayı terk etmeye meyilli adamlar gözlemliyorum ki bunda da yanılıyor da olabilirim..

Bugün de böyle olsun, aşklı, meşkli, taksili, maksili 😊

Muhabbetle..

20 Şubat 2024 Salı

CEMRE DÜŞTÜ



 

Ruhumun havaları bulutlu ⛅️ biraz da kapalı ⚡️ bu aralar ama bu durum cemrenin düşmesine sevinmeme mani değil elbette 🙃Bugün havaya düşen cemrecim, 20’sinde toprağa ve son olarak 27’sinde suya düşecek. 

Dünyada şaşmayan, hiç yanıltmayan, zamanını kollayan, es geçmeyen tek şey doğa sanki. Vakti saati geldiğinde, bir bir gerçekleştiriyor döngüsünü. Cemreler tek tek düşerken, her biri kalbimize de düşse keşke. Böyle küçük küçük çarptırsa kalbimizi, havayı, toprağı ve suyu ısıttığı gibi ısıtsa içimizi, hoş eylese 😊 

Ne var peki başka böyle şahaneli? Misal #marteniçka var 1 martta. Şubatın son gecesi, yıllardır yaptığımız gibi kırmızı, beyaz iplerle hazırladığımız bileklikleri dileklerle geçireceğiz bileğimize ve mart boyu, kırlangıç ya da leylek kollayacağız bileğimizden çıkarıp, meyve veren bir ağacın dalına asmak için. @oceannekizsevgisi Öceciğime selam olsun, blog zamanlarından, upuzun yıllar önce ilk ondan duymuş ve okumuştum güzel hikayesini marteniçkaların..

Sonra bahar bayramı, 21 Mart #nevruz gelecek 🌿🌸 

Sonra canım #Hıdrellez var 6 Mayısta 🌹Heyecanla, umutla, coşkuyla bekliyorum bu yıl da.. Hızır/İlyas kardeşler bu yıl da dokunacaklar ruhuma, biliyorum.. 

Kadim geleneklere, kutlanacak her şeye deli bir iştah var içimde. Sonsuz inanç besliyorum her birine.. Kocaman bir ağaç düşünün, her bir dalında bu yazdıklarım gibi özel ve güzel demler. Zamanı geldikçe her birine uzanıp payıma düşeni alıyorum ve her seferinde mutlulukla karşılıyorum geleni.. 

E madem cemreler geldi müjdecisi, bahar gelsin, hoş gelsin, hoşluklar getirsin… 

Not: Gözlerime senin kadar hayranlıkla bakan çok az gördüm yeminle Miçocum 💙




30 Ocak 2024 Salı

ÖLÜR İSE TEN ÖLÜR, CANLAR ÖLESİ DEĞİL..

 

Geçenlerde instagramda paylaştığım posta bi arkadaşımın yaptığı yorumdan hareketle, o gün de yazdığım üzere, öte aleme geçmiş bazı özel kişiliklerden bahsederken -di’li geçmiş zaman sanki haksızlık.. Arkadaşımın pek kıymetli annesi gibi babam için de bu böyle. Geniş ama gepgeniş zamanlara layık çünkü bazı şahıslar. Geçmişe hapsedilmemeli onlar.  Bedenen gitseler de, ruhen hep buradalar. Bu sebepten babamdan bahsederken, sanki yaşıyormuş gibi cümlelerim hep. Biliyorum yanlış ama hiç “rahmetli” de diyemedim babama. Dersem sanki sahiden gidiverecekmiş gibi hissediyorum.

Ölmek ne ki? Yunus Emre’nin felsefesindeyim ben. “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil..” Yaptığıyla, söylediğiyle, bıraktıklarıyla, genlerinden bize geçenlerle, cennet bahçesiyle yaşıyor babam. Bahçesindeki meyvelerden yiyen kuşun, böceğin, yazın bahçeye kadar gelen, ayının, çakalın, tilkinin, domuzun rızkında babamın payı varsa, devri de daim olacaktır inşallah..

Bi özellik var babamdan bana geçtiğine inandığım ve belki de ennn sevdiğim özelliğimdir bu. Kalenderliğim! Oluruna bırakma, geleni olduğu gibi kabule gayretim, uzlaşmacı yapım, zamanla, yaşla, olgunlukla vardığım noktadaki “Bu da geçer yaHu”culuğum.

“Hamdım, piştim, yandım”da sanki hamlık kısmını geçebildim gibi hissediyorum çok şükür. Pişmek ve yanmak kısmet olur mu bilmem ama vardığım noktada bildiğim iyi ki Dersim’li babamın kızıyım ben..

11 Ocak 2024 Perşembe

BU HİKAYE SENDEN UZUN OSMAN-AYLİN BALBOA

 

“O günden beri kendime, kendimin en kral arkadaşı muamelesi yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca çıkıp bi hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber. Ağlamaya başlarsa, bi komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz.”

E beni ve içimdeki kral arkadaşım diğer beni anlatmış ya Aylin Balboa “Bu Hikaye Senden Uzun Osman” kitabında.

Çok sevdim kitabı,  Storytel de dinledim. İlk olarak bu kitabı seçmem isabetli bir karar. Okuma konusundaki idolüm Şebocuğumun önerdiği kitaplar arasındaydı.

Yukarıdaki cümleye dönecek olursak, kendine en kral arkadaşın muamelesini yaptığında, sen ve içindeki sen pek mutlu. Üç günlük dünyada kendini acımasızca eleştirip, sürekli yermek, ızdırap çektirmek de bi tercih, bu şekil gereken özeni gösterip, iyi geçinerek, isteklerine kulak vererek krallar gibi yaşamak da.. Hayat tercihlerden ibaret. Bazısı benim gibi te en baştan seçer, şartlar ne kadar zor ve kısıtlı olsa da, imkanlar dahilinde krallar gibi yaşamayı, bazısı da yaşayıp gördükçe, olgunlaştıkça diğer türlüsünü bırakabilmeyi. Olsun öyle de, böyle de doğruya ermek çok kıymetli. Geç olmadan diyeceğim ama geç diye de bir şey yok ki. Her şey vakti saatine esir nihayetinde.. Hesaplaşmak ya da bir türlü hesaplaşamadığından uzun zamanlara yayılması insanın kendiyle sulh olabilmesi hayatının hangi evresine denk geliyorsa artık..

Nihayetinde okumak güzel, “Ah!” diyorsun. “Ne kadar da ben!” İlham alıyorsun bir de tabii. Yine kitaptan not aldığım şu satırların da güzelliği J “Aşktan, sevgiden geçtim. İnsanız, şefkate ihtiyacımız var Osman”

“İnandım kendime, inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine inanırsan da kurtulursun Osman.”

Not: De ki bana, “Hadi gidiyoruz 90’lı yılların sonuna, Bodrum tatilindeki şu gencecik hallerine, yaşa baştan hayatını gönlünce.” Yok, istemiyorum, ne o yaşlara dönmek, ne de aradaki yılları tekrar yaşamak istemiyorum. Böylece, olduğum halime razıyım.




Bunlar da var...

İlginizi çekebilecek bağlantılar.