Bende karışan sınırlar! Sınırımı koruyamamak esas derdim.
Fazla nezaketi başka türlü anlıyor insanlar ama kahretsin ki bi teraziyim ben
ve nezaket üzre kurulu hayatım 😉 Ben nazik davrandıkça
da karşı tarafa yansıyan/algılanan nezaketten başka bir şey oluyor.
Terazilerin “sonsuz” şahane özelliğinin yanında, ender olumsuz özelliklerinden
biri flörtöz olmak diye bilinir hep ama bunu canım Meral (ki aşağıdaki kare ve diğer güzel kareler hep onun eseri) “Teraziler
flörtöz değil. Nezaketlerini karşı taraf flört olarak algılıyor.” diyerek çok
güzel tahlil etmişti geçen yıl ve ben de “Vayy, tam olarak bu!” demiş, o anda
da aydınlanmıştım...
Bununla birlikte, zaman zaman fazlaca nazik olmak da benim
kendimde en şikayet ettiğim şey. İtiraz edememek, dur diyememek, sabrım taşana
kadar bekleyip sonrasında gemileri yakmak falan filan..
Fazla güvenmek, herkesi kendin gibi bilmek, kankalarımın
dediği gibi alma-verme dengesinde “alma” kısmından ısrarla kaçınmak da benim
eksiklerim. 2025 yılında bunları -tamamen bırakamayacağım âşikar ama- azaltmak olsun
niyetim. Hadi inşallah..
Sadede gelecek olursak, Aralık Alfabesi yapacağız birlikte, başlayalım o halde!
A(ktaş) soyadım, 32 yaşıma kadar itinayla muhafaza edip, 18 yıl "Can" olarak devam ettiğim ve 3 yıldır yine benimle olan canım babamın soyadı..
B(abam) Başka türlü bi adamdı, çok özel, çok başka. Çok ama pek çok okuyan, her ne ise meşgul olduğu, o konuda çok bilgi edinip, yaptığı işin hakkını veren..
C(ayma) hakkımı her zaman cepte saklı tutuyorum. Evet, dün öyle istedim ama bugün caydım, n'olmuş? Dün brokoli, roka, kereviz ıyhh iken, bugün bu hissimden caymış ve bunları çok seviyor olabilirim.
Ç(ocuk) Onu bunu bilmem, her çocuk biricik elbette, çok da kıymetli ama çocuklarım başkasının çocuğu olsa çok kıskanırdım, o kadar diyim ;)
D(ünya) dediğin iki kapılı han. Aşık Veysel kadar güzel
tasvirleyenini biliyorsanız yazın, ben bilmiyorum. Bu iki kapılı handa,
neşeyle, coşkuyla, muhabbetle yürümek de mümkün, mızmızlanarak, şikayet ederek,
kendimize dünyayı dar ederek yürümekte..
E(sen) Ruhen ve bedenen sağlıklı, mutlu ve rahat demek. "Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" sorularının cevabı adımda gizli...
F(asulye) ama taze fasulye! Yanına domatesli pilav, yanına karpuz, miss.. En sevdiğim menü olabilir vallahi..
G(üzel) Gönül kimi severse, güzel odur demişler. Bir de tabii şey var, "Nesimi'ye sormuşlar, "O yar ile hoş musun?" "Hoş olayım, olmayayım, o yar benim kime ne?" dolayısıyla kimseye sormuyoruz kim güzel, kim değil, kim neden kiminle, herkes gönlünün çektiğiyle..
H(ayır) Elden geldiğince, karşındakini mahçup etmeden, yardım edenin ve edilenin kim olduğu bilinmeden..
I(lık) Ne sıcak, ne soğuk, bildiğin ılık.. En sevilesi bahar ayları..
J(ön) deyince de bi Tarık Akan, bi Kadir İnanır ;) Birine rahmet, birine acil şifalar olsun..
K(alan) Baba memleketim Dersim'in eski adıymış. Elif öyle dedi. Uğur da köydeki apartmanın adını ahşaptan "Kalan" yazdı. Görmesem de, gitmesem de çok gururluyum Dersimli olmaktan..
L(ahza) Şu an, içinde bulunduğumuz geçmişten ve gelecekten azade, o biricik zaman..
M(unis) Gittikçe munis insanları daha da çok seviyorum. Sakin, huzurlu, uyumlu, miss..
N(azarlık) Ah zor zamanlarımı atlatmamda büyük yardımı olan, en sevdiğim ve en terapili hobim.. Yaratıcılığımı en çok ortaya çıkaran alan..
O(hhorkera) Lazca da sevgi sözü :) Çok ama pek çok sevilene, çocuğa, bebeğe..
Ö(ykü) Sanki yaradan her birimize öyküler yazmış da onları canlandırmaya gelmişiz bu dünyaya. Kimi rolüne çok kaptırmış kendini, layıkıyla oynuyor, kimi elinin ucuyla..
P(es) etmek yok! Mmola vermek, bi durup soluklanmak, teneffüs var ama pes etmek yok hiç, devam..
R(üzgar) kırdı dalımı, ellerin günahı ne :) Sezen Aksu'dan dinleyin..
S(evda) ne güzel bir kelimesin sen, sihirli, latif..
Ş(iir) Ah şiir.. Ne çok seviyorum... Ahmed Arif en çok sanki :)
Eski Avluda
Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken,
Buldum buluşturdum kendime geldim.
Tek eksik sensin!
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem: İçimi açtım sana. İçini açmak için.
Birhan Keskin
T(evazu) Tevazu güzel elbette ama "Fazla tevazu kişinin kendi hakkına girmesidir." diye bi söz duyduğumdan beri çok da tevazu gösteremiyorum :)
U(mut) hep bâki..
Ü(züm) ama kokulu, Trabzon üzümü.. Köydeki asmadan ;)
V(azgeçiş) Zor ama insanı zincirlerinden ayıran o müthiş duygu. Vazgeçtikçe kendine yol alıyor insan..
Y(alova) Büyük aşkım, bana hep kucak açan güzel yuvam..
Z(enginlik) malla, mülkle, parayla değil, gönül zenginliğiyle, etrafındaki dostların çokluğuyla.. Bedeninin ve ruhunun sağlığıyla eş..
Muhabbetle..
Not: Harflerin ilk çağrıştırdığı kelimeyi yazdım hep, sonradan sonradan başka kelimeler geldi aklıma ama değiştirmedim ;)
Yeminle fenalık geldi şu “Güçlü kadın” imajımdan. “Sen çok güçlüsün!” sıklıkla duyduğum cümle ama yahu arkadaş başka şansım mı vardı? “Prenses” lafını bir kez bile duymamış bir çocuk, bir genç, bir yetişkin, bir “çok yetişkin” ne anlar prenseslikten, kırılganlıktan, güçsüzlükten. Anlamadığım bir şeyin numarasını da yapacak halim mi var ayol! Olduğum gibi, kendim gibi güçlü güçlü yaşadım, yaşıyorum. Bunun çok ayırdında olmadan, öyle mi, böyle mi hesabını yapmadan maddi ve manevi sahiden de güçlü yaşadım. E tabii güzel, te en baştan beri, kendi ayakları üzerinde duran, hep ama hep kendi parasını kazanmış ve harcamış bir kadın olarak ve dahi pek çok badireyi sırasıyla, aşama aşama bertaraf edip bugüne ermiş bir kadın olarak şu yaşımdan bildiriyorum ki, pek güzel, lakin yeter! Güçlüysem kendime güçlüyüm, bi de çocuklarıma. Sana değil, ona da değil. Kapiş? Bi de anka kuşu gibi küllerinden doğmak tabiri var ki, onu da başardım, yaptım evvelallah ama bir kez daha küllerimden yeniden doğmamaya and içtim, zira kül olmaya da yeniden doğmak için tüm o zahmetleri çekmeye de zerre miskal tahammülüm yok, bu da böylece biline..
Ve sanki bu devirde hoş bi sıfat gibi görünmekle birlikte, bu “güçlü kadın”a yapılan içten içe bi şey var. O “şey”in tam karşılığını diyemedim de şu anda 😉 “zulüm, terör, saldırı, şiddet” bunlar ağır kaçtıysa bi “üzerine gitme, darlama, zorlama, burnundan getirme” fiillerinden birini seç ve koy o “şey”in yerine ama illaki bi şey koy o boşluğa..
İmza: Prensesliği çok görülse de an itibariyle Kraliceliğini ilan eden arı 😊
Osman -Ayfer Tunç Dünya Bu Kadar -Mahir Ünsal Eriş Ayrılış-Çağan Irmak Son
dönemde okuduğum kitaplardan bahsedeyim biraz. Osman-ah kadersiz Osman- Kapak
Kızı (Okumadım diye hatırlıyorum) Yeşil Peri Gecesi (Okumuş idim yıllar evvel ve
çok da sevmiştim) üçlemesinin son kitabı. Kapak Kızı’nı Şebocum almış,
okuyacağım ve taşlar daha da yerine oturacak Osmancığımla ilgili.. Kitabın daha
ilk sayfasından Osman’ın talihsiz ölümü çok üzdü beni. Hatırlarsınız belki ona
hak ettiği uğurlamayı yapabilmek için söz verdim Osman’a ve çiçekler kuruttum
sayfa aralarında. 😊 Aşkın zaman zaman ne bela bi şey olduğunu, nasıl insanı
yakıp, küle döndürdüğünü, hayatı yaşamaktaki/sürdürmedeki seçimlerin te en
baştan başlayarak nasıl mühim olduğunu, baba parasının da illa bir gün
tükeneceğini, lükse harcandığında nasıl da hızla eriyip gittiğini görüyoruz net
bi şekilde. Peki bunlar Osmancığıma olan hislerimi değiştirdi mi? Asla, Osman
tatlıydı yahu, keşke böyle olmasaydı be Osman ama kader deyip geçelim de ama bi
de neydi sahi “Kader gayrete aşıktır”dı 😊 Dünya Bu Kadar, Mahir Ünsal Eriş’in
okuduğum ilk kitabı. Daha önce farklı bi kitabını vermişti Şebocum ama o zaman
niyeyse okuyamadım. Niye olduğu, daha doğrusu benden sebep olduğu belli aslında
da mevzu o değil şimdi 😉 Dünya Bu Kadar’ı bitirdiğimde kafam dünya kadar oldu
yeminle 😊) Çok hikaye, çok karakter, o onunla bağlantılı, bi sonrakinde öteki
ilk hikayedekiyle, sahi o kimdi, dur hatırlayayım şeklinde geçen bir kitaptı ki
severim böyle kitapları. Böyle lahana gibi katman katman açılan, açıldıkça
sürprizli kitaplar çok eğlenceli. Okuyacaklara tavsiye, hızlı okuyun, benim gibi
uzun zamana yaymayın ki bağlantı kopmasın hikayeler arasında. Bu arada hikaye
diyorum ama öyle aralarda ayrım yok, anlatıyorken birini, hop başka bi hikayeye
kesmeden devam. Güzeldi yahu, yeni kitaplarını okurum. Oku(ya)madağımdan
başlayarak 😊 Ayrılış, Çağan Irmak nasıl güzel anlatmış, ikiliğin zorluğunu ama
ayrılığın ondan da zorluğunu.. Siyam ikizleri mevzubahis ama esasen sen al bunu
hayata uyarla, ikinci bi beden gibi taşıdığımız, hem hep böyleymişiz, bir
dünyaya gelmişiz kadar içselleştirdiğimiz, bütünleştiğimiz ama hem de bize ait
olmadığını hep hissedip, bir an önce ayrılmak, kesip atmak istediğimiz ama bir
türlü yapmaya cesaret bulamadığımız o diğer yarımız. Hem feraha kavuşacak, tam
olacak gibi hissettiğimiz hem de ayrıldığımızda hepten yarım kalacağımıza
inandığımız, inandırıldığımız.. Batuhan ve Baturgan. Batuhan’ın tam da uyandığı,
anladığı yerde, canım Baturgan’ın gidivermesi.. Ahh.. Daha çok yazsın madem
Çağan Irmak. Ben de daha çok okuyayım artık. Evvelden nasıl çok çok
okuyorduysam, babamdan/kütüphanesinden nasıl gördüysem-ki onun kadar okuyabilmek
mümkün değil sanki- yine okuyayım güzelce, çünkü çook kitap var okunacak. İdolüm
de Şebnem elbette, güzel güzel, çok çok okuyan cancağzım Şebocum 😊 Keyifli
okumalar olsun hepimize, Muhabbetle.. Not: Yayın panelinde paragraf başı yapmayı
asla başaramadım, affola..
Saadet o kadar lâzım ki yaşayana;
Billâhi can verir uğrunda insan.
Hem o kadar boş ki mesud olmak,
Gün yüzü görmeden ölenlerin arkasından.
Özdemir Asaf “Sabaha Kadar” şiirinin şu kıtasında tam da
benim ruh halimi anlatıyor. Küçük, küçücük, anlık, belki de çoğu kimsenin yüzüne
bakmayacağı minicik mutluluklar bana dünyalar kadar geliyor ve verdiği mutluluk
seviyesi böyle tee arşa kadar çok zaman. Lâkin, içinde bulunduğumuz dünya (pandemiden
bu yana özellikle) ve dahi memleketimiz bizim bu küçücük, minicik mutluluklardan
sebeplenmemize çok mani.. Her sabah kahvaltı hazırlarken izlediğim NTV sabah
haberlerindeki (ki spiker Osman Girgin’e çok alkış!) şiddete dair haberler
bütün neşemi alıp götürüyor.
Sonra dalgalandım da duruldum halleri bütün gün. Neşelen,
mutlu ol ardından bi posta üzül, kederlen..
Ki tam da pandemiyle birlikte değişen hayatımda, “üç günlük
dünya, yaşayalım güzelce” kafasındayken bu kadar mı beter bir devre denk gelir
insan.
Yahu geri dönüp dönüp, yaşadığımız dar günler de dahil, bu
kadar genel bir ümitsizlik, karamsarlık,
bu kadar karanlık dönemleri hatırlamıyorum. Misler gibi yaşamışım meğer buradan
o zamanlara bakınca.
Tamam, Cuma mutlusu benim, Yalova dan sebep memleket
havalarıyla mutlu olan, köyde annemle/Elifle geçirdiğim zamanlardan, cümle akrabalarımla
yaşadığım anlardan, o çok sevdiğim dostlarımla bir araya gelmekten hepsinden son
derece memnun olan benim ama bi yanım da hep şiirin son iki dizesi..
İstiyorum ki, tam da Cahit Sıtkı’nın şu dizelerindeki gibi
memleket olsun..
Adını da 53 yaş hatırası koyalım bu postun. Aslında "53 yaş meydan okuması" olsun dedim ama hayatta meydan okuduğum hiç olmadı sanki. Olduğum gibi öylece, tatlı tatlı yaşıyorum bu hayatı ama esasen şu fotoğraflara bakınca 53 yaşına henüz basmış bi kadın da görmüyorum laf aramızda ;) Hem neydi sahi, sayılarla işimiz yoktu di mi artık :) Ne yaş, ne kilo, ne boy, ne de başka sayılar. Zaten sayılarla aram evvel ezel olmadı hiç. Matematikten bu kadar bihaber olmak belki de bu hayatta en üzüldüğüm konu. Geçen yıl öğrendim ki, disleksinin bir çeşidi olan "diskalkuli" -bilhassa matematik öğrenme güçlüğü- özel öğrenme güçlüğüymüş ve bütün belirtileri de bende mevcut. Onu geçelim şimdi, morlara odaklanalım biraz ;)
Geçen hafta sonu, Yalova Koruköy kumsalında Meralciğim çekti. 1,5 yıl önce de böyle tatlı fotoğraflar çekmişti ama bunlar daha bi havalı oldu sanki ;)
Çekim günü hava bi açtı, bi kapadı, bi esti, bi yağdı ama neticede güzel kareler çıktı ortaya.. Üşüdüm de çok fotoğraf çekilirken, hatta eve gidince kendimi hastalanıyor gibi hissettim ama -hayatımda ilk kez- gidip bi kelle paça çorbası içtim şifa olsun diye ve o mis gibi çorba iyi etti beni :)
Muhabbetle...
Not: Devamı geldikçe ekleyeyim yeni fotoğrafları :)
Naim, Reha ve Timur (ya da timör) bugünkü mevzu. Bu sezon Türk
dizilerini izleyenlerle ve bu isimleri bilenlerle devam edeceğiz konuşmanın
bundan sonrasına 😉
Olabildiğince kısa anlatmaya çalışacağım, akşam Sandık
Kokusu’nu izlerken ve sonrasında yastığa kafamı koyduğumda düşündüğüm şeyleri..
Naim tam bi şerefsiz! Zira karısıyla birlikte yaşadığı eve
imam nikahıyla -güya- evlendiği kadını getirmesinin başka bir izahı yok.
Bununla birlikte eşi Meryem’i, çalışmaya gittiği evdeki doktor Levent’le
ilişkisi olmakla suçluyor.
Reha tam bi haysiyetsiz! Zira karısının en yakın arkadaşıyla
ilişkisi varken, boşandıktan sonra karısının bir başka erkekle birlikte
olmasını asla kabullenmediği gibi istiyor ki Karsu, boşanmış da olsa, ona sadık
kalsın..
Timur tam bi kibir abidesi ve hadsiz! Zira karısını upuzun
yıllar aldatıyor ve sevgilisinden bir çocuğu oluyor, buna rağmen, boşanma
aşamasındaki Bahar’ı bırakmak istemediği gibi doktor Evren’le kendisini aldatmakla
suçluyor.
3 adam da hem karnım doysun, hem pastam dursun modunda ve
üçünden de kurtulmak çok zor. Kadınlar kendilerine yeni bir hayat kurmada,
hayata yeniden ve yeniden başlamada, küllerinden yeniden doğmada mahirler ama
neden sürekli bu tür zor ve çetrefilli işler hep kadına kalıyor? Bi sormak lazım,
neden erkekler tarafından kül haline getiriliyor kadınlar ve neden küllerinden
yeniden doğmak zorunda kalıyor? Ya da şöyle sorayım, bırakın dizileri, bakın
etrafınıza, duyduklarınıza, boşanmalarda en çok zarar gören, mağdur edilen/olan
kadınken neden erkekler için daha kolay hayatın kalanını idame ettirmek?
Bu sezon seyrettiğim üç dizide de güçlü kadınlar ve şerefsiz
kocalarının çok gerçek ama esasen senaryodan ibaret hikayeleri bana bunları
düşündürdü dün gece ve sinirlendim de çok..
Allah cezanızı versin Naim, Reha ve Timör, bi düşün şu
güzelim kadınların yakasından yahu 😉
Bu fotoğraf değil ama 2,5 yıl kadar önce bir başka
fotoğrafta kendimi ilk kez bu kadar kilolu görünce aydım ve hemen spor salonuna
yazılmaya-vazgeçmeyeyim diye de yıllık üyelik yaptırarak- karar verdim.
Esasen ilkinde 3 yaş daha genç bir kadın var ama öyle görünmüyor
sanki, tam tersi gibi di mi 😉
3 yılda varmadım bu noktaya, o kadar uzun sürmedi, 2 yıldır
böyleyim neredeyse. Sandığınızdan daha hızlı ve daha kolay. Spora başladığımın
6. Ayında 7 kilo vermiştim zaten. Sonrasında biraz daha oynadı kilom, arttı bi
miktar ama aksatmadan 2,5 yıldır devam ettiğim sporun verdiği sıkılaşma bâki
kaldı. Diyet yok hiç bu arada. Ömür boyu ol(a)madığı gibi şimdilerde de yok ama
biraz ekmek/makarna/pilav/börek eksildi hayatımdan. Kahvaltıda da yok ekmek,
akşam yemeğinde de. Hafta sonu kahvaltılarında ve Yalova’da anne kahvaltılarında
var ama 😊
Benim hayatım denge üzerine kurulu, yemek ve spor da
dengede. Hafta içinde biraz daha dikkatle ve sporla, hafta sonunda gönlümce
yediklerimi dengeliyorum.
Zayıflamak insanın hareket alanını genişletiyor. İstediğin gibi
giyinmek bonusu ama esas önemlisi verdiği
sağlık hissi. Belin tutulmuyor, sırtın ağrımıyor, bunlar da spor ve bence daha çok
da pilates sayesinde.
Ve bir de, troidimin tamamına yakınının alınmış olmasından
sebep kemiklerime iyi bakmam lazım. Üstelik 3 teyzemde de maalesef kemik
erimesi olduğundan ileriki yaşlara yatırım yapmam gerekiyor. Hipotroidi
hastaları metabolizmaları yavaş
çalıştığından kilolu olur diye bir algı var ama ikinci fotoğraftaki 52
yaşındaki kadın yalanlıyo sanki bunu 😉 İtibar etmeyiniz yani bu tür genellemelere…
Sadece zayıflamak da değil ikinci fotoğrafın sebebi. Hayatın
rotası tamamen değiştiğinde yani bi bakıma rota yeniden oluşturulduğunda,
yüklerden kurtulmak, bi bakıma küllerinden yeniden doğmak, gücünün farkına
varmak da insanın enerjisini değiştiriyor. O dinginlik ve huzur neticesinde “Sana
ne oldu böyle”li cümleler de çok oluyor. Zaman zaman anlatıyorum yaşadıklarımı,
değişimimi, biliyorsunuz çoğunuz..
Geçenlerde arşivde bi fotoğraf ararken, 3 yıl kadar önce
köyde dut silkelerken çekilen ilk fotoğrafa rastlayınca şaşırdım bi. Sonra, fotoğrafa
rastladığım gün çekilen ikinci fotoğrafı, kolaj yapıp, kankalarımla olan iki
ayrı watsapp grubunda paylaştığımda
kızlar inanamadı ve çok tebrik ettiler beni 😊
Ben de kendimi tebrik edeyim şimdi “Afferin kız sana,
böylece dewamke” 😉
Yaşlanmak değil mesele, yaşlanacağız elbet ama güzelce
yaşlanalım, sağlıkla inşallah. Bunun için de en çok kendimize yatırım yapalım
elden geldiğince..
Sadece kankalarımla paylaştığım bu fotoğraflar size de ilham
olsun harekete geçin. Her ne iyi gelecekse, oradan başlayarak değişin, dönüşün.
Hem astrologlar da boğa burcundaki yeni ayın bunun için en doğru zaman olduğunu
söylemiyorlar mı? “Uranüs sarsarak değiştirir, yeniler uyandırır.” diyor aysinaltun
“Uyanma vakti geldiyse bir
uyandıran olur elbet! Kimine hızır, kimine uçan kuş, kimine biten ot... Kimine
açan çiçek, kimine akan su, kimine dilsiz taş...” Tapduk Emre
Ne kadar geçim ehlisin? Annenle babanla, kardeşlerinle,
komşularınla, iş arkadaşlarınla, eşinle, dostunla geçinmeye ne kadar gönlün
var? Orta yolu bulmaya mı uğraşırsın yoksa habire yan çizip, mızıkçılık mı
yaparsın? Bi senden, bi benden mi dersin yoksa hep senden mi? Ezcümle geçim
ehli misin?
Evlilikleri, aşkı, ilişkileri bin yıl sürdüren geçim ehli
olmak değilse ne? Bakın eskilere -yok yenilere çok bakmayalım şimdilik 😊-
mecburen, şartlardan sebep süren evlilikleri ya da ilişkileri saymıyorum ama böyle
huzurla süren, kendi rutininde, kendi rotasında usul usul upuzun yıllar devam
edenlerde hem kadın hem erkek geçinmeye gönlü olan kimseler.
Şuna benzetebilir miyiz biraz bu ilişkileri; diyelim denizde
sandaldasın. Sen ve eşin ya da sevgilin sırayla asılıyorsunuz küreklere, bi sen,
bi o. Sen darlandın, yoruldun denizin dalgasından, küreklerin ağırlığından,
dedin sevgiline “Yetti gari, gücüm tükendi!” O vakit, o her zamankinden daha
fazla asılacak küreklere, senin yükünü de sırtlanacak ve bi müddet, sen “tamam,
gücüm de, moralim de yerine geldi! Yettim sevgilim” dediğinde birlikte asılmaya
devam. Ya da tam tersi, artık kim ne kadar bunalmaya meyyalse diğeri hemen o
boşluğu dolduracak ama gönüllü yapacak bunu, zoraki değil. Yükleri yüklenecek,
yorulacak ama günü geldiğinde “ E ama yani, sen de ne yaptın ki, her şeyi de bana bıraktın”
demeyecek. Ne diyecek peki, “Bak ne güzel, ne tatlı tatlı yürüttük bu sandalı
bunca yıl. Birbirimize omuz vere vere, dalgaya, rüzgara soğuğa rağmen, daha da
sırtımız yere gelmez bizim..”
Bilmiyorum tabii, böyle anlatıyorum ama belki de başka
türlüsü de var makbul olan.. Ben böylesini diledim hep ama başarılı olamadığım(ız)
ortada.. Siz başaranlardan olun dilerim 😉
Bi de şey gibi değil mi sanki, zamane ilişkilerinde erkeklerde
hep bi “karşının taksisi” havası 😊)) Yabancı, acemi, bir an önce kendi yakasına
kaçma çabasında, ilk çıkmazda, köprüden önce son çıkışı görmezden gelip, adayı
terk etmeye meyilli adamlar gözlemliyorum ki bunda da yanılıyor da olabilirim..
Bugün de böyle olsun, aşklı, meşkli, taksili, maksili 😊
Ruhumun havaları bulutlu ⛅️ biraz da kapalı ⚡️
bu aralar ama bu durum cemrenin düşmesine sevinmeme mani değil elbette 🙃Bugün
havaya düşen cemrecim, 20’sinde toprağa ve son olarak 27’sinde suya düşecek.
Dünyada şaşmayan, hiç yanıltmayan, zamanını kollayan, es geçmeyen tek şey doğa
sanki. Vakti saati geldiğinde, bir bir gerçekleştiriyor döngüsünü. Cemreler tek
tek düşerken, her biri kalbimize de düşse keşke. Böyle küçük küçük çarptırsa
kalbimizi, havayı, toprağı ve suyu ısıttığı gibi ısıtsa içimizi, hoş eylese 😊
Ne var peki başka böyle şahaneli? Misal #marteniçka var 1 martta. Şubatın son
gecesi, yıllardır yaptığımız gibi kırmızı, beyaz iplerle hazırladığımız
bileklikleri dileklerle geçireceğiz bileğimize ve mart boyu, kırlangıç ya da
leylek kollayacağız bileğimizden çıkarıp, meyve veren bir ağacın dalına asmak
için. @oceannekizsevgisi Öceciğime selam olsun, blog zamanlarından, upuzun
yıllar önce ilk ondan duymuş ve okumuştum güzel hikayesini marteniçkaların..
Sonra
bahar bayramı, 21 Mart #nevruz gelecek 🌿🌸
Sonra canım
#Hıdrellez var 6 Mayısta 🌹Heyecanla, umutla,
coşkuyla bekliyorum bu yıl da.. Hızır/İlyas kardeşler bu yıl da dokunacaklar
ruhuma, biliyorum..
Kadim geleneklere, kutlanacak her şeye deli bir iştah var
içimde. Sonsuz inanç besliyorum her birine.. Kocaman bir ağaç düşünün, her bir
dalında bu yazdıklarım gibi özel ve güzel demler. Zamanı geldikçe her birine
uzanıp payıma düşeni alıyorum ve her seferinde mutlulukla karşılıyorum geleni..
Geçenlerde instagramda paylaştığım posta bi arkadaşımın yaptığı yorumdan
hareketle, o gün de yazdığım üzere, öte aleme geçmiş bazı özel kişiliklerden bahsederken
-di’li geçmiş zaman sanki haksızlık.. Arkadaşımın pek kıymetli annesi gibi babam
için de bu böyle. Geniş ama gepgeniş zamanlara layık çünkü bazı şahıslar.
Geçmişe hapsedilmemeli onlar. Bedenen
gitseler de, ruhen hep buradalar. Bu sebepten babamdan bahsederken, sanki yaşıyormuş
gibi cümlelerim hep. Biliyorum yanlış ama hiç “rahmetli” de diyemedim babama.
Dersem sanki sahiden gidiverecekmiş gibi hissediyorum.
Ölmek ne ki? Yunus Emre’nin felsefesindeyim ben. “Ölür ise
ten ölür, canlar ölesi değil..” Yaptığıyla, söylediğiyle, bıraktıklarıyla,
genlerinden bize geçenlerle, cennet bahçesiyle yaşıyor babam. Bahçesindeki
meyvelerden yiyen kuşun, böceğin, yazın bahçeye kadar gelen, ayının, çakalın,
tilkinin, domuzun rızkında babamın payı varsa, devri de daim olacaktır inşallah..
Bi özellik var babamdan bana geçtiğine inandığım ve belki de
ennn sevdiğim özelliğimdir bu. Kalenderliğim! Oluruna bırakma, geleni olduğu
gibi kabule gayretim, uzlaşmacı yapım, zamanla, yaşla, olgunlukla vardığım noktadaki
“Bu da geçer yaHu”culuğum.
“Hamdım, piştim, yandım”da sanki hamlık kısmını geçebildim
gibi hissediyorum çok şükür. Pişmek ve yanmak kısmet olur mu bilmem ama vardığım
noktada bildiğim iyi ki Dersim’li babamın kızıyım ben..
“O günden beri kendime, kendimin en kral arkadaşı muamelesi
yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca
çıkıp bi hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber. Ağlamaya
başlarsa, bi komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz.”
E beni ve içimdeki kral arkadaşım diğer beni anlatmış ya
Aylin Balboa “Bu Hikaye Senden Uzun Osman” kitabında.
Çok sevdim kitabı, Storytel de dinledim. İlk olarak bu kitabı
seçmem isabetli bir karar. Okuma konusundaki idolüm Şebocuğumun önerdiği
kitaplar arasındaydı.
Yukarıdaki cümleye dönecek olursak, kendine en kral
arkadaşın muamelesini yaptığında, sen ve içindeki sen pek mutlu. Üç günlük
dünyada kendini acımasızca eleştirip, sürekli yermek, ızdırap çektirmek de bi
tercih, bu şekil gereken özeni gösterip, iyi geçinerek, isteklerine kulak
vererek krallar gibi yaşamak da.. Hayat tercihlerden ibaret. Bazısı benim gibi
te en baştan seçer, şartlar ne kadar zor ve kısıtlı olsa da, imkanlar dahilinde
krallar gibi yaşamayı, bazısı da yaşayıp gördükçe, olgunlaştıkça diğer
türlüsünü bırakabilmeyi. Olsun öyle de, böyle de doğruya ermek çok kıymetli. Geç
olmadan diyeceğim ama geç diye de bir şey yok ki. Her şey vakti saatine esir
nihayetinde.. Hesaplaşmak ya da bir türlü hesaplaşamadığından uzun zamanlara
yayılması insanın kendiyle sulh olabilmesi hayatının hangi evresine denk
geliyorsa artık..
Nihayetinde okumak güzel, “Ah!” diyorsun. “Ne kadar da ben!”
İlham alıyorsun bir de tabii. Yine kitaptan not aldığım şu satırların da
güzelliği J “Aşktan,
sevgiden geçtim. İnsanız, şefkate ihtiyacımız var Osman”
“İnandım kendime, inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine
inanırsan da kurtulursun Osman.”
Not: De ki bana, “Hadi gidiyoruz 90’lı yılların sonuna,
Bodrum tatilindeki şu gencecik hallerine, yaşa baştan hayatını gönlünce.” Yok,
istemiyorum, ne o yaşlara dönmek, ne de aradaki yılları tekrar yaşamak
istemiyorum. Böylece, olduğum halime razıyım.